Serhat Karaaslan’ın bu ilk uzun metrajlı çalışması, gerçek ile kurgu arasındaki ilişkiyi irdelerken, etkili bir metafor aracılığıyla sansür kavramı ve yaratıcı yazarlık uğraşı arasındaki ilişkiyi yorumlaması nedeniyle jüri tarafından ödüllendirildi

Atina’dan çift ödül

- ATİNA -

32. Avrupa Sinema Panoraması Festivali’nin önceki akşam Atina’da Trianon Salonu'nda yapılan kapanış töreninde, Serhat Karaaslan’ın Türkiye-Almanya-Fransa ortak yapımı filmi 'Görülmüştür' festivalin en önemli iki ödülünü kazandı. Bunlardan biri, festivalin tek uluslararası jürisinin verdiği FIPRESCI Ödülü, diğeri Yunan sinema profesyonellerinin verdiği Panorama Ödülü oldu.

Benim de içinde olduğum FIPRESCI jürisinde, Rus sinema yazarı Alena Sycheva ve Yunan sinema yazarı Tassos Goudelis ile birlikte, Uluslararası Yarışma’ya seçilen on filmi değerlendirdiğimizde, ortak tercihimiz 'Görülmüştür' oldu. Festivalin direktörü Ninos Mikelides, büyük usta Theo Angelopoulos’un ölümünün ardından, festivalin FIPRESCI Ödülünün Angelopoulos’a ithaf edildiğini açıklamıştı. Nitekim, filmin ödülünü Angelopoulos’un kızı Eleni Angelopoulos takdim etti. Bir yönetmen, bir senarist ve bir eleştirmenden oluşan Panorama Jürisi’nin kararı da bu yönde olunca, 'Görülmüştür' festivalden iki ödülle ayrıldı.

Başrollerini Berkay Ateş ve Saadet Işıl Aksoy’un paylaştığı film, daha önce de, Çek Cumhuriyeti’nde, Karlovy Vary Festivali’nde Feodora Ödülü’nü, İstanbul’da En İyi Senaryo (Serhat Karaaslan) ve Kurgu (Ali Ağa) ödüllerini, Adana’da ise En İyi Kurgu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Füsun Demirel) ödüllerini kazanmıştı.
Mahkûmların mektuplarını okuyup, sansürlemekle görevli ama aynı zamanda yaratıcı yazarlık kurslarına devam eden bir gardiyanın, bir mektuptan çıkan fotoğraftan bir öykü yaratma çabasının giderek saplantılı bir tutkuya dönüşmesini yalın bir sinema diliyle aktaran Serhat Karaaslan’ın bu ilk uzun metrajlı çalışması, gerçek ile kurgu arasındaki ilişkiyi irdelerken, etkili bir metafor aracılığıyla sansür kavramı ve yaratıcı yazarlık uğraşı arasındaki ilişkiyi yorumlaması nedeniyle jüri tarafindan ödüllendirildi.

atina-dan-cift-odul-659073-1.

PORTOKALAKİS’TEN ‘SORGU’

Festivalde, Yunan sinema yazarları Jürisinin Ödülü ise bir Yunan filminin oldu. Panayiotis Portokalakis’in 'Sorgu' adlı filmi, Ilias Magklinis’in romanından uyarlanan film, ‘vücut sanatı’ ile kendisine zarar veren genç bir kızın, Cunta yıllarında işkence görmüş babası ile hesaplaşmasını anlatıyor. Politik teması kadar, başroldeki Penelope Tsilika’nın oyun gücü ile de öne çıkıyor, ama roman uyarlamalarının yazgısından kurtulamıyor. Anlatımdaki kopukluklar, sıçramalar yüzünden filmin başarısı sınırlansa da, festivalde izlediğimiz en iyi Yunan filmi olduğunu söyleyebilirim.

Diğer filmler ise, Yunan sinemasına özgü bir sembolizmin tipik örnekleriydi. Vassilis Mazomenos’un ‘Sürgün’ü, Yunanistan’dan kaçmak isterken yakayı ele veren bir adamın öyküsünü anlatırken, ‘kitch’ fantazilerle bir çağdaş Ulis hikâyesi anlatma çabasına girmiş. Minos Nikolakakis’in ‘Dolaşık’ (Entwined) adlı filmi, Yunan mitologyasının kahramanlarını günümüze taşıyan, masalsı ögelerle örülü, ama bu mitolojiye yabancı bir seyirci için izlenmesi güç bir yapım. Hollanda-Luxemburg-Yunanistan ortak yapımı 'Yarın Geçeceğim’de, İran asıllı yönetmen Seideh Farsi, iki yalnız insan, Suriyeli bir göçmenle Yunanlı bir kadın polisin duygusal ilişkisini klasik bir anlatımla aktarıyor.

KARANLIK BİR KENT VE İNSANLIK

Belçikalı yönetmen Bas Devos’un ‘Ghost Tropic’i de bir yalnızlık öyküsü. Fabrika işçisi bir kadının gece son treni kaçırıp eve yürüyerek gidişi sırasında karşısına çıkan farklı insanlar aracılığıyla karanlık bir kent -ve insanlık- manzarası çiziyor. İlginç ama bir orta metraj olsaymış daha iyi olacakmış dedirten bir çalışma. Ukraynalı yönetmen Antonio Lukic’in 'Düşüncelerim Sessizdir', bir video oyunu icin dağlarda yaşayan nadir bir kuşun sesini yakalamaya çalışan bir ses mühendisinin öyküsünü anlatıyor. Mizah duygusu olan, ama aile sorunlarına girdikçe hedefinden uzaklaşan bir yapım. Sırp yönetmen Miroslav Tasic’in, doğum sırasında olduğu bildirilen çocuğunun öldüğüne inanmayan bir kadının mücadelesine ilişkin 'Dikişler' ve Ana Maria Rossi’nin bir ailenin dağılma sürecini anlattığı 'Acı Biber Salçası' (Ajvar) dramatik yapısı sağlam ama sıradanlığı aşamayan filmler. Alain Cavalier’nin ‘Yaşamak ve Farkında Olmak’ı da, yönetmenin ölmek üzere olan yazar arkadaşı Emmanuel Bernheim’a bir saygı sunuşu niteliğinde belgesel bir çalışma idi.

Sonuç olarak, Stanley Kubrick’ten Avrupa Komedisi’ne, Yunan ‘Kara Film’ klasiklerinden Woodstock’a uzanan bölümleriyle zengin bir program sunan Avrupa Sinema Panoraması Festivali’nin bütçe sorunlarını aşıp, sinema kültürüne katkılarının sürmesini dileyelim.