Bugünlerde şehrin billboardlarında, reklamlarda simya kitaplarından çıkmışa benzeyen ilginç bir sembol var: birbirine kare benzeri bir şekil ile bağlanmış, dışlarında çizgiler bulunan iki daire. Netflix’in ikinci Türk dizisi Atiye’nin sembolü bu. Peki dizide mantığı hiç açıklanmayan bu sembol ne anlama geliyor olabilir?

Atiye’nin sırrı

Murat Tırpan

Bu yazı okurun Atiye dizisini izlediğini varsaymaktadır.

Bugünlerde şehrin billboardlarında sık sık karşımıza çıkan, simya kitaplarından fırlamışa benzeyen ilginç bir sembol var. Birbirine kare benzeri bir şekil ile bağlanmış, dışlarında çizgiler bulunan iki daire. Netflix’in ikinci Türk dizisi Atiye’nin sembolü bu. Dizide mantığı hiç açıklanmayan bu sembol ne anlama geliyor olabilir? Atiye’nin ve referans noktası olan Göbeklitepe’nin sırrı nedir, anlamaya çalışalım.

2019 birçok şey yılı olmuş olabilir ama bir de beklenmedik bir şekilde Göbeklitepe yılı oldu. 90’ların ortalarında kazılmaya başlayan Şanlıurfa’daki bu önemli ören yeri 2019’un son ayında iki farklı hikâye ile karşımıza çıktı. Dört yaşındaki oğlumun ortalıkta “Baba Göbeklitepe” diye dolandığını görünce Atiye’ den bahsediyor sanmıştım ama meğerse Rafadan Tayfa: Göbeklitepe filmine gitmek istiyormuş! Yılın son gününde anne babalara Atiye, çocuklara Rafadan Tayfa tepsisinde sunulan Göbeklitepe’nin sırrı ne ola ki? Atiye’nin meşhur simgesini çözdüğümüzde bunu da anlayabiliriz sanırım.

Dizide Beren Saat’in canlandırdığı Atiye (hayır burada oyunculuk yeteneği mevzuuna girmeyeceğiz) sürekli olarak bahsettiğimiz sembolü resmeden, bundan başka hiçbir şey çizdiğini görmediğimiz bir ressam. Mehmet Günsür’ün hayat verdiği Erhan ise ömrünü tıpkı babası gibi Göbeklitepe’yi kazmaya adamış bir arkeolog. Her şey Erhan’ın kazı alanında bir taşın üzerinde söz konusu sembolü bulması ve Atiye’nin çizmekten kendini alamadığı bu şeklin aynısının Göbeklitepe’den çıkmasına şaşırıp Urfa’ya yolculuk etmesiyle başlıyor. Bir kadının hayatının anlamını sembolize eden sembol öte yandan insanlığın tarihine de işaret ediyor. Dizide bir kadının içinde bulunduğu hayattan vazgeçip toplum tarafından gizlenen günahları ortaya çıkarıp yepyeni bir insana dönüşmesi anlatılırken, Göbeklitepe ise buna paralel olarak dinin ortaya çıkması sonrasında insanlığın yerleşik hayata başlayışının, kültürün ve uygarlığın var olduğu yeni bir evreye geçişinin kanıtı. Dolayısıyla dizi insanlığın dönüşümü ile bir kadının dönüşümünü birleştiriyor.

Geçmişi on iki bin yıl önceye giden Göbeklitepe tüm tarihsel bilgimizi değiştiren çok önemli bir keşif. Dünyanın ilk gerçek tapınağı. Daha önce yerleşik hayata geçişle birlikte dinlerin ortaya çıktığını zannederken Göbeklitepe keşfi sayesinde önce dinsel inanışın, tapınağın ortaya çıktığını, yerleşik hayatın da buna bağlı olarak başladığını anlamış olduk. İşin ilginç tarafı tapınağı yapan insanlar bin yıl kadar sonra üstünü toprakla örtüyorlar, insanlığa dair bu önemli sırları saklamak amacındalar sanki. Atiye’nin de hayatında sırlar var, ailesinin ona yalan söylediğini, üvey kardeşini bir zamanlar hiç kabullenmediğini ve bilinçaltında bunun vicdan azabını taşıdığını, evlenmeyi planladığı adamla aslında istemeden birlikte olduğunu öğreniyoruz. Erhan, Göbeklitepe’nin üzerindeki toprağı çekip kaldırırken Atiye de hayatının derinliklerine doğru bir kazı yapıyor. Freud’un psinakalizi arkeolojik bir kazıya benzettiğini hatırlayalım, dizideki iki kazı çalışması da bu anlamda birbirine benziyor.

Sembolizmin tarihi her şeyin, doğal nesnelerin (taşların, bitkilerin, hayvanların vb.) ya da insan eliyle yapılmış olanların, hatta soyut biçimlerin (üçgen, dörtgen ve dairelerin) simgesel anlam kazanabileceğini göstermiştir. Gerçekte bütün evren potansiyel bir simgedir. İnsan, simgeleştirici yetisiyle bilinçsiz olarak nesne ve biçimleri sembollere dönüştürür ve onları psikolojik anlamlarla yüklemiş olur. Bunları da gerek din, gerekse görsel sanatlarda dışa vurur. Tarih öncesi çağlara kadar uzandığında din ve sanatın karşılaştırmalı tarihi, atalarımızın kendileri için anlamlı simgeler bıraktıklarının kayıtlarıdır. Sembol kavramı psikolog Carl Gustav Jung’da -tıpkı Atiye’nin nedenini bilmeden yaptığı şekil gibi- “bilinçdışı tarafından oluşturulmuş imgeler” olarak açıklanır. Dolayısıyla yüzyıllar boyunca bir evrim süreci içinde oluşan insan psişesinin bu süreçte yarattığı ve genetik kodlarına işleyen, verili olan imgelerden bahsediyoruz.

atiye-nin-sirri-670892-1.

Jung’un denetiminde yayınlanmış olan İnsan ve Sembolleri adlı metinde taş, hayvan ve daire simgeleri incelenirken bunların her birinin, insan bilincinin en erken dışavurumlarından, 20. yüzyıl sanatının en sofistike biçimlerine kadar kalıcı olan psikolojik önemleri olduğu belirtilir. Bunlardan en güçlü ve evrensel simge Atiye’nin resimlerinde ve Göbeklitepe’nin mimari yapısında görülen dairedir. Biz M. L. Von Franz’un yazdıklarından dairenin bütünlüğün ya da selfin/ kişinin simgesi olduğunu biliyoruz. Daire motifi ortaya çıktığı her yerde, eski güneş inançlarında ya da çağdaş dinsel görüntülerde, mit ya da düşlerde, meditasyon resimlerinde ya da modern kentlerin planlarında, daima yaşamın bir yönüne, temelindeki bütünlüğe işaret eder. Dizi için ressam Mehmetcan Yaman tarafından özel olarak çizilmiş sembol ortada karemsi bir şekil ile birleşmiş iki daire ve bunların üzerindeki çizgilerden oluşur. Daire sembolü psişenin merkezini gösteren kadim bir sembol olarak burada da sahne alır. İki farklı daire, öznenin kendisi ile gölgesi/öteki arasındaki birleşmeyi ifade eder. Öznenin bu iki hali ortadaki karede, Göbeklitepe’nin geometrik benzeri olan noktada birleşir. Atiye’nin iki hali, yani hayatının altı ve üstü arasındaki bağ ortadaki Göbeklitepe’dir. Arkeolog Erhan, Atiye’ye “Hayatının üstünün altından daha iyi olduğunu nerden biliyorsun” derken bu tersine dönmeyi ima eder. Aslında hepimizin durumu da öyledir. Göbeklitepe, Atiye’ye kendi özünü hatırlatırken bize de aynısını yapmayı dener. Yuvarlakların dışındaki sonsuzluğa uzanan çizgiler bu özneleri genişletir ve meselenin tüm toplumsala uzatılabileceğini gösterir. Rafadan Tayfa’nın çocuklara verdiği dersi de hatırlayalım, oradaki karakterler de o bin yıl öncesine zaman yolculuğu yaparlar ve öze dönerler. Burada da Atiye Göbeklitepe’ye dönerek aynısını yapar.

Atiye’nin hikâyesi eğer çok daha iyi çalışılsaydı güçlü bir kadın hikâyesi olabilirdi. Burada büyük bir potansiyel var. Ailedeki kadınlara bakalım; Atiye’nin anneannesi bu dönüşümü bir akıl hastası ya da büyücü olarak görüldüğü için başaramamış, annesi ise kendisine verilen armağanı reddetmiş. Kadınlara verilmiş bu armağanı kullanabilecek tek kişi ise Atiye. Hikâyelerdeki “Bilge arketipine” denk gelen anneanne karakteri ona yol göstermekte. Erkekler ise -Erhan hariç- kadının dönüşümünün tamamen karşısında. Atiye’nin babası geçmişte güçlü davranmak yerine tehditlere boyun eğip yalan söylemiş basiretsiz bir polis. Evlenmek üzere olduğu Ozan onu anlamayan ve babasının dileklerini yerine getirmeye çalışan biri; Ozan’ın babası Serdar ise Atiye’nin sahip olduğu bu gücü bildiği için ona engel olmaya çalışan tipik bir “kötü adam”. Serdar’ın patronu olduğunu anladığımız gizemli kişileri ise rahatça tüm ataerkil-kapitalist iktidar olarak okuyabiliriz. Bu arada benzer bir kötü adam Rafadan Tayfa’da da mevcuttur, animasyon filmindeki Patron Kazım Amca, tayfanın Göbeklitepe macerasında dizideki Serdar’ın yerini alarak çocukların geçmişi keşfetmesini engellemek isteyen bir kapitalist olarak karşımıza çıkar. Atiye’ye dönersek, kadın tüm bu erkek müdahalelerine rağmen içsel yolculuğunu yapacak ve Nemrut’un tepesinde yeniden doğacaktır. Güçlü bir yeniden doğuştur bu, ama daha iyisi vardır, dağın içindeki tünellerde kaybolarak geçmişteki tüm bastırdığı gerçeklerle yüzleştiği sahneler bu anlamda kuşkusuz dizinin en önemli ve başarılı anlarıdır. Unutmadan, mağarada Atiye’ye tuhaf bir kadın daha eşlik eder, Jung’un kadın psişesinin erkeksi öğesi olarak adlandırdığı Animus’tur bu (jenerikte de bu adla geçer). Animus psikanalizde iki şey yapar, kadında erkeksi özelliklerin yer almasını sağlar ve kadının erkeklerle olan ilişkisine yön verir. Dizide de Atiye kendi babasından, Ozan ve Serdar’dan kurtularak özgürleşir.

Bu sekanslardaki yüzleşmeye dizinin ilk bölümünden itibaren karşımıza çıkan Atiye’nin rüyalarındaki sembolizm eşlik eder. Örneğin Atiye rüya/ hayal karışımı bir sekansta kendi ölümünü görür ki bu onun ölüp yepyeni bir şekilde doğması gerektiğinin işaretidir. Zaten Göbeklitepe’nin de ölülere ait bir tapınak olduğunu arkeolojik araştırmalardan biliyoruz. Bu bahsettiğimiz, Jung’un Dört Arketip kitabında tanımladığı yeniden doğuş biçimlerinden dördüncüsüne (diğerleri: ruh göçü, reenkarnasyon ve diriliştir) aittir. Bu sensu strictiori (tam anlamıyla) bir yeniden doğuştur; yani bireysel yaşam süreci içinde yeniden doğmaktır. Almanca Wiedergeburt (yeniden doğuş) İngilizce ise rebirth sözcüğüyle ifade edilir. Buradaki yenilenme, transmutasyon diye nitelendirebileceğimiz bir varlık değişimidir; ölümlü varlığın ölümsüz varlığa, bedensel varlığın ruhsal varlığa, insanın bir tür tanrısal varlığa dönüşmesi söz konusudur.

Ne yazık ki dizi bu başarılı tarih/ özne paralelliğini ve kadınsı dönüşüm hikâyesini menkıbenin dozunu gittikçe artırarak ve birbirine karıştırarak sekteye uğratmış. Eğer Atiye sadece kendi sembolüne ve Göbeklitepe’ye bağlı kalsaydı kuşkusuz her şey çok daha güzel olacaktı, ancak işin içine Sirius takımyıldızı, Komagene Krallığı ve Nemrut, Şahmeran hikâyeleri, Kuran’dan ayetler girdiğinde hatlar fazlasıyla karışıyor. Gizem seven yabancı bir izleyici için belki tüm bu hikâyelerin bir arada olması -tam olarak anlaşılamasa da- büyük bir sorun çıkarmayacaktır. Ancak özellikle Türk izleyici için her şeyi bir potada eritme derdi büyük bir problem. Çünkü bu topraklarda doğup büyüyen izleyiciler olarak biliyoruz ki bunca şeyin karışımından Dan Brown benzeri bütünlüklü bir hikâye çıkması çok zor. Dizinin sürekli yön değiştirmesi ve sonunda bir yere bağlanmayan unsurlar Atiye’nin en büyük handikapları.

Atiye ismi etimolojik olarak iki anlama gelir: biri -yabancı çeviride de “Gift” olarak tercih edilen armağan, diğeri ise gelecek anlamlarıdır. Kadına verilmiş olan armağan, önce kendini özgürleştirmek ve sonra fazlasıyla ataerkil ve baskıcı bu toplumu dönüştürebilme gücüdür. İsmin anlamındaki olumlu gelecek ancak bu tür bir dönüşümle kurulabilir. İster Atiye olsun ister Rafadan Tayfa’nın çocukları yapmamız gereken hafızamıza doğru bir kazı yapıp kim olduğumuzu hatırlamak. Gerçekten kim olduğumuzu bulabilmek için ise insanlığın gerçekten insanlık olduğu noktaya, Göbeklitepe’nin taşlarına yolculuk etmek gerekir. Bir skolastikçinin söyleyebileceği gibi “Gerçeği arayan kişi, Taş ile Filozofun aynı anda bir ağızdan konuştuğunu duyar.” Bu yüzden biraz insaflı davranıp hikayedeki bazı mantıksızlıklara, bağlantısız bağlantılara ve oyunculuk sorunlarına takılmamak, Atiye’yi güçlü bir dönüşüm hikayesi olarak izlemek dizinin değerini artıracak, Atiye’nin sembolünü daha bir anlamlı kılacaktır.

cukurda-defineci-avi-540867-1.