2021'e pek 'şaşalı' bir giriş yaptık! Geçen hafta, ABD'de, hocamız Prof. Korkut Boratav'ın 2 Ekim tarihli 'Trump'ın anayasal darbe girişimi' başlıklı yazısında isabetle öngördüklerine yakın bir senaryo gerçekleşti. ABD Başkanı Donald Trump, 'hileli' diyerek yargı yoluyla değiştiremediği seçim sonuçlarını, rakibi Joe Biden'ın başkanlığının sembolik olarak tescilleneceği 6 Ocak'ta, taraftarlarına ABD Kongresi'ni bastırarak sağlamaya çalıştı. Tahmin edileceği üzere başarısız oldu.

Bu kargaşada hepimiz için mühim bir dava güme gitti. ABD hükümetinin Irak ve Afganistan'daki savaş suçları ve 'kirli çamaşırlarını' ortaya seren diplomatik yazışmalarını yayınlamış olmasının bedelini ağır biçimde ödeyen Wikileaks'in kurucusu Julian Assange'ın akıbeti... Anglo Sakson hukuk sisteminin 'yeni hallerini' yansıtan bu dava da ABD Kongresi'ndeki şamatadan yansıyan yeni düzen arayışlarıyla gayet ilintili.

'ÖNCE AMERİKA'

Dünya halkları, Kongre baskınını, Amerikan aşırı sağının komplo grubu QAnon'un boynuzlu 'Q Şaman'ı Jake Angeli'yi gördükleri andan itibaren şaşkınlıkları eşliğinde büyük ölçüde 'eğlenerek' izledi. Kongre'ye bu kadar kolaylıkla dalabilmiş azgın kalabalıkta konfederasyon bayraklıları, İranlı monarşi destekçileri, İsrail bayraklıları, Fidel Castro'nun 'solucanlar' diye andığı Kübalı gusanoslar, Falun Gongcular eksik değildi. Amerikalı muhalif solcular, bu elverişli kalabalık içinde karşıt kamptan kimi 'Antifa'cıların görüntülerini de sonradan bulup çıkarttılar.

Birkaç saat önce Beyaz Saray önündeki mitinginde "Capitol'e yürüyeceğiz ve cesur senatörlerimizi, Kongre üyelerimizi teşvik edeceğiz" ve "Asla pes etmeyeceğiz, asla vazgeçmeyeceğiz. Ülkemizi geri almak için ben de sizinle yürüyeceğim" diyen, rivayet o ki danışmanlarının yürümekten vazgeçirdiği, Beyaz Saray'a dönüp iş çığırından çıkınca 'evinize dönün' diyerek 'barışçı çağrısını' eksik etmemiş olan Trump, 24 saat geçmeden tabanını sattı. Tükürdüğünü yalayıp '20 Ocak'ta barışçı iktidar devrinin' gerçekleşeceğini söyledi. Birkaç gün önce 'bütün Amerikalıların başkanı olacağını' dile getirmiş olan Joe Biden ise, "Sakın onları protestocular olarak anmaya kalkmayın. İsyancı bir ayak takımıydı. Yerli teröristler. Bu bu kadar basit" diyerek Cumhuriyetçi tabanın en az yarısını 'terörist' ilan etti.

Peki ne oldu? Yaşananlar elbette bir 'darbe' değildi; ordu desteği, organize silahlı güç yoktu. 'Çılgın' Trump'ın Amerikan hükümet sistemi ve Anayasası'nın işleyişine müdahale girişimiydi. Trump'ın miting çağrılarıyla adeta 'geliyorum' diyeni, Amerikan devletinin göremediyse, hakikaten herhalde 'muz cumhuriyetinden' bahsetmemiz gerekir! ABD devletinin Hong Kong'da 'İngiliz-Amerikan milliyetçisi' Çinlileri, Ukrayna'da Banderist neo-nazileri, Venezuela ve Bolivya'da dinci ve aşırı sağcı oligarşiyi kullanarak 'demokrasi' uğruna övgülerle teşvik ettiği parlamento baskınlarının benzerini bu kez içeride, başarısızlığı garantileyecek şekilde tezgahlamış olma olasılığı var mıdır? Kimse 'katiyetle yok' diyemez.

Neler olup bittiğini tam olarak bilemeyeceğiz. Ama şimdiden görünenler:

+ Amerikan liberal demokrasisi Trump'ı 'alan temizliği' yaparak yolladı. Rejimin pandemi ve ekonomik kriz eşliğinde izin verilenden daha sağa ve sola sarkan halk muhalefetini budayıp toparlanacağı sürecin önü açıldı.

+ Derhal seçilmemiş Amerikan big-tech'inin Trump ve tabanını -ve hatta ABD solunu da- sanal alemde 'yok etme' hamlesi geldi. Böylelikle 'ifade özgürlüğünün' sınırlarının 'Silikon Vadisi'nin işbirliğinde belirleneceği bir döneme girildi.

Sağ reaksiyoner, ultra kapitalist çerçöp kültürü üzerinden tüm dünyada ifade özgürlüğü ayarı verilmesi kadar dahiyane bir fikir olabilir mi? ABD'de pandemi günde 3-4 bin can alırken, nüfusun yüzde 1'i şimdiden canını yitirmişken, 'büyük buhran' anılırken, big tech'in servetini katlamasını 'düzen ahalisi' zaten normal bulmakta. Big-tech'in, 'insanlığın hayrına' yasakçılık yapacağı, hukuk sistemi, hak ve özgürlüklerin çerçevesinin yeniden çizileceği bu restorasyonun 'başarısı' ise daha uzun süre yürüteceğimiz bir tartışma olacak.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ASIL MAHKUM EDENLER

Bu bağlamda belki asıl 'hukuk komplosu', Atlantik'in öte yanında Londra'da vuku buldu. Kongre kalkışmasından saatler önce, liberal Anglo Sakson hukuku Londra'da gömüldü.

Assange'ın Batı'nın ana akım medyasının adeta görmezden geldiği 'casusluk' ithamıyla ABD'ye iade davasını eylüldeki duruşmalar sırasında yazmıştım: https://www.birgun.net/haber/yuzyilin-davasi-ve-basin-ozgurlugu-316297 Sadece Assange'ın 175 yıl hapis cezasıyla içeri tıkılması değil, ABD'nin dünyanın dört yanında gazetecileri 'casuslukla' suçlayıp yargılayabilmesi açısından emsal oluşturan bu davada, hakim 'temel gazetecilik özgürlüklerine topyekun bir saldırının' önünü açmıştı.

İşte Kongre kalkışmasından iki gün önce pazartesi günü Londra'nın asırlık Old Bailey mahkemesinde Assange için karar günüydü. Açıkça siyasi olan bu davada duruşmaları usulsüz ve ABD yönetimi lehine yönetmiş hakim Vanessa Baraitser beklenmedik bir şey yaptı. ABD'ye iade talebini reddetti.

Hakkında başka dava da olmadığından Assange'ın nihayet özgürlüğüne kavuşacağı umuduyla sevinenleri gemleyen en önemli mesele hakimin iadeyi reddetme gerekçesiydi. Baraitser, yedi sene sığındığı Ekvador elçiliğinde, iki seneye yakındır da Londra yakınındaki Belmarsh hapishanesinde acımasız tecrit koşullarında yaşamış Assange'ın iadesini 'akıl sağlığı' ve 'intihar riski' ile reddetti. Tıp uzmanları ve hapishane yetkililerinin sunduğu olguları dikkate aldı ve ABD'nin acımasız hapishane koşullarının 'zulüm olacağını' belirtti.

Ancak hakim, Assange'ın avukatlarının ipliğini pazara çıkarttıkları ABD hükümetinin siyasi argümanlarını alenen sahiplendi. Assange'ın 'ne yayınlayacağına karar vermek için sınırsız takdiri olmayacağını' söylerek 'basın özgürlüğünü' rafa kaldırdı. Assange, ABD'nin kirli çamaşırlarını elde ettiği kaynak olan 'devlet görevlisi' Chelsea Manning'i gazetecilik kuralları gereği koruma refleksi sergilemişken, hakim, dijital çağda gazetecilerin kaynaklarını korumalarının 'hackleme' suçunu teşkil ettiğini öne sürdü.

MERHAMETİN NİTELİĞİ

Yine de herkes 'hakimin merhametinden' söz ederken, şeytanın ayrıntılarda gizli olduğu çarşamba günü kefalet duruşmasında ortaya serildi! Assange'ın daha önce ABD hükümetinin 'sürek avı' sırasında iade riski nedeniyle Ekvador'dan siyasi sığınma talep ettiği dönemde 'kefalet koşullarını' ihlal etmişliğini, 'firari olma' potansiyeline yorup, kefaleti reddetti. ABD'nin o dönemde, İsveç aracılığıyla sonradan çöpe atılacak 'tecavüz soruşturması' açtırarak Assange'ın kişiliğine kara çalma girişiminin 'firariliğiyle' alakası bulunmuyorken, hakim ana akım medyada çokça işlenen bu yalanı kararını 'meşrulaştırmak' için kullandı.***

Ve elbette ABD'nin temyizi taşıyacağı Britanya Yüksek Mahkemesi'nin sağlık gerekçesiyle verilen iadeyi red kararlarını (91. Madde) tersine çevirdiğine dair hemen hiç emsal yokken, Baraitser, "Adil davranmak gerekirse, ABD'ye kararıma itiraz etme hakkı tanınmalıdır ve Bay Assange bu süreçte firar ederse, bunu yapma imkanını kaybedecekler" diyerek kendi hükmü bizzat tartışmalı kılmayı başardı!

Özetle, ABD'nin iade talebini reddetme gerekçesiyle mahkemesini 'merhametli' ve 'insancıl' görüntüsüne bulamış hakim, Wikileaks'in kurucusunu, BM uzmanı Nils Melzer'in 'işkence' diye sınıflandırdığı koşullarda yaşamaya devam etmesi için 'Britanya'nın Guantanamo'su diye anılan yüksek güvenlikli Belmarsh'a geri postaladı. Assange Britanya'da kefalet yönetmeliklerinin küçük bir ihlali olarak görülen tek suçu yüzünden azılı suçlularla dolu bu hapishanede belki de Kovid-19 koşullarında 'ölümüne' yollandı.

Şimdi ABD hükümeti Assange için 2010'da 'high-tech terörist' nitelemesi yaparak 'gazetecilere tanınan korumadan faydalanmaması gerektiğini' savunmuş olan Joe Biden başkanlığında ne yapacak? Aylar alacak temyiz süreciyle intikama devam mı edilecek? Bilmiyoruz. Bildiğimiz ABD'nin hakiki çıkarlarına dokunan tüm gazetecileri 'casus' ilan edip yargılaması için emsal oluştuğu. Dijital çağda gazetecilerin kaynaklarını koruma sorumluluğunu yerine getiremeyecekleri. Artık devlet sırlarının kamu çıkarından üstün tutulacağı.

*******

Syriza'dan eski Yunanistan Maliye Bakanı Varoufakis'in, Assange'a karşı İsveç üzerinden yürütülen 'tecavüz operasyonunu' ABD ve Avrupalı elitlerin muhaliflerini acımasızca cezalandırma potansiyeline bağladığı yorumu hakikaten çok ilginç. "Assange'ı iade etmek istemiyorlar. Onu öldürmek istiyorlar" saptaması yapan Varoufakis'in açıklamasının bir kısmı çevrilerek aktarılmaya değer: "Kurumsal yapı, Derin Devlet, nasıl isterseniz öyle deyin, oligarşi, onlar, 'karakter suikastı' konusunda geçmişte olduklarından çok daha iyiler artık. Çünkü 1960'larda ve 1970'lerde sizi 'komünist olmakla' itham ederlerdi. Beni 'Marxist olmakla' suçlayabilirler. Elbette Marxistim. Beni solcu olmakla suçladığınız için acı çekeceğim yok! Zaten solcuyum! Şimdi burada yaptıkları çok beter bir şey. Sizi, sizi incitecek bir şeyle suçluyorlar. Birisine ırkçı, yobaz, anti-semitik, tecüvüzcü deyin bakalım. Bu gerçekten incitir, tamamen saçmalık olsa bile..."