ATLAR

SALİH BOLAT

Ben en çok taylara üzüldüm. Büyükada’da birkaç yıl noter olarak yaşamış, faytonları çeken atların akıbetine yakından tanıklık edince yüreğinin dayanamadığını görmüş ve Ada’dan taşınmış bir noterin yazdıklarından okudum. Doğal ki, doğuran atların yavrularının, tayların, işe koşulabilmek için uzunca bir sürenin geçmesi gerekir. Bu süre içinde de beslenmeleri, bakılmaları gerekir. Yani tay demek, bir faytoncu için uzun süre gereksiz harcama demek oluyor. Noterin anlattığına göre faytoncular bu tayları Adalar’da başıboş köpeklerin arasına atıyorlarmış. Atmadan önce de kaçmalarını önlemek için, dövüp sersemleterek dengesiz duruma getiriyorlarmış. Böylece köpekler tayları rahatça parçalayabiliyorlar. Bunları ben uydurmuyorum, noter sözü!
Bu satırları yazarken, “Zan” adlı şiirimi anımsadım:

“bir tay soğuk suya tutuyor alnını
yağmurlu bir avluya düşüyor ışık
beni aydınlıktan ayıran şey bu olmalı
bu görüntü
bu zan.
bakışlarından boşalan aynada
açılan oyuk
hayvanların yaladığı kaya tuzu
bana kalan”


Elbette benim şiirimin nesnesini, içeriğini oluşturan tay ile parçalamaları için köpeklere atılan tay arasında fark var. Ben hiçbir zaman tayların böyle bir durumla karşılaşacağını düşünmemiştim. Atlar ve taylar benim için tasarımlarındaki estetik dengenin en gelişmiş olduğu, bu biçimleriyle onları bir sanat yapıtı olarak kabul ettiğim varlıklardı. Öyle ki, 2014’de Metin Altıok Şiir Ödülü’ne değer görülen kitabımın adı da “Atların Uykusu”dur.

Atlar ayakta uyurlar. Onlarda “yorulma” duygusu yoktur. Güçlerinin sınırlarını aşacak biçimde koşturursanız, ölürler. Son derece onurlu hayvanlardır.

M.İlin ve E.Segal’in, “İnsan Nasıl İnsan Oldu” adlı yapıtlarında okumuştum: Paris’in içinden geçen Seine nehrinin bir yerine köprü yapılırken, çok miktarda at kemiklerine rastlanır. Yapılan araştırmalarda, uzun zaman önce avcılar tarafından kovalanarak sıkıştırılan yaban atlarının uçurumdan aşağı atlayarak intihar ettikleri anlaşılır.

J.Edward Chamberlin, “At” adlı kitabının, “Atların Ruhu” adlı bölümünde, “at” denince çoğumuzun zihninde iki farklı imgenin canlandığını öne sürer. Bu iki imgenin arasında ise insanlık tarihinin uzandığını. Bunlardan biri çalışan atlardır. Saban süren atlar, araba çeken atlar, sırtına binilip yolculuklar yapılan atlar, küçük çocukların hafta sonu eğlencesi olan çiftlik atları, savaş atları, polo atları… Diğer tarafta ise Rusya’nın bozkırlarında, Amerika’nın çayırlıklarında, Britanya adalarının kırlarında özgürce koşan yaban atları. Eskiden itlaf ettiğimiz, şimdi ise kurtarmaya çalıştığımız atlar…

Evet, şimdi kurtarmaya çalıştığımız atlar: Adalar’daki atlar. Özgürce koşan yaban atlarının torunları. Doğaya ve kendine yabancılaşmış atlar. İtiraf etmem gerekirse, ben Adalar’daki fayton çeken atların durumunun böylesine trajik olduğunu şimdiye kadar fark etmemiştim. Fark eder gibi olsam bile inanmamıştım. Aşırı duyarlı hayvanseverlerin yaygarası, diye düşünüp pek oralı olmamıştım. Ta ki noterin anlattıklarını okuyana kadar. Örneğin, çaptan düşen, hastalanan ya da yaralanan atların ayaklarının bağlanarak denize atıldıklarını bilmiyordum. İşe yaramaz duruma gelen atların, geceleri bir tekneye doldurulup, kesilmeye gönderildiğini bilmiyordum. Bilmediğim bir şey daha vardı: Adalar’da bin beş yüz faytoncunun yaşadığı ve aileleriyle birlikte bunların ortalama dört bin beş yüz seçmen kitlesi oluşturduğu. Bu nedenle politikacıların, karar mekanizmalarında bulunanların, ‘atların korkunç hayatını’ görmezlikten gelmelerini… Bilmiyordum, politikacıların bu kadar insafsız olabileceklerini.

Melih Cevdet Anday, Büyükada’da defnedilirken, mezarlığın ötesinden bir grup beyaz atın geçtiği söylenir. Ben bunların “Troya Önünde Atlar” olduğunu düşünmüştüm. Meseleye şiirsel bakmıştım. Meğer o atlar ölüme terk edilmiş atlarmış, daha sonra Adalar’da karşılaştığım başıboş dolaşan çoğu atlar gibi. Çöplükleri karıştıran, hayır, karıştırmayan... Çünkü atlar neyin yenebileceğini anlamazlar. Buldukları her şeyi yemeye çalışırlar.

Chamberlin, yabani atlardan söz ederken, “Yine de hâlâ ovalardaki, pampalar ya da geniş düzlüklerdeki ve bozkırlardaki atların özgürce koşup gerçek evlerini buldukları”nı hayal edip mutlu olduğumuzu söyler ve sorar: “Madem yaban atları bizim için bu kadar değerli, neden onları evcilleştirmekten keyif alıyoruz?”

Ama ben en çok taylara üzülüyorum. Uzun boyunları, masum bakışlı iri, siyah gözleri, çevik ve kararsız koşturmaları ile taylara. Annelerinin yanında, kendilerini rüzgâra ekleyip koşan taylara…

cukurda-defineci-avi-540867-1.