Geçen Pazar, Attila (Aşut) Abi’nin basın yazın hayatındaki 60. yılını andık. Dolu bir salonda, dostlarının anlattıklarıyla… BirGün’deki dil hatalarımızı affetmeyen yazılarından dolayı, şakayla karışık, “Bizim için Attila Abi biraz da korku demek” dedim. Ardımdan başkaları da “korku” vurgusu yapınca, bu sefer Attila Abi korktu; “Yanlış mı tanınıyorum?” diye.

BirGün’de yapabileceğimiz dil hatalarını acımasızca eleştirmesi için gazeteye davet ettiğimiz Attila Abi’yle ilgili söylediklerimden bir kısmını burada da paylaşmak isterim.

60 yıldır değişmeyen bir duruş o; bir sosyalist, hep sosyalist! 60 yıl şiirde, yazında, gazetecilikte var olmak, başlı başına bir saygıyı hak ediyor.

Attila Abi’yle yolumuz önce mekânsal olarak kesişti; 12 Eylül darbesi ülkenin aydınlarını, demokratlarını, sosyalistlerini, devrimcilerini toplayıp Mamak’a doldurduğunda, ikimiz aynı zulmün hedef aldığı iki insan olarak aynı yerdeydik.

Sonra, mesleki olarak kesişti yolumuz. Ankara’da bir süre çıkıp kapanan Siyah Beyaz gazetesinde ve halen birlikte kalem koşturduğumuz BirGün’de… Çağdaş Gazeteciler Derneği’nde de birlikteydik.

Hep de tatlı tatlı atışıp takıştık… “Korkutucu”ydu biraz; hem her durumdaki ödünsüz tavrı hem de yazdığımız her sözcüğe Türkçe duyarlılığı ile “takma” gücüyle… Bir yanlış yapıp da Attila Abi’nin köşesine malzeme olmak korkusuyla yazar olduk BirGün’de!

Türkiye’de solculuk, sosyalistlik, devrimcilik zordur. “Avcılar acımasız / Avcılar kıyıcısı ömrümüzün”. O yüzden, sol memesinin altındaki cevahir kararmamış olanlar; “Hep tuz basmıştır yaraya/ kaç kez dağlamıştır yarayı.” Büyük şehirlerde biraz daha kolaydır da, taşrada daha çok “tuz basma”, “daha çok dağlama” düşer sosyalistin payına.

“Kafeste bir kuş gibiyim / Yaralı bungun ve tutsak / Sakıncalı bir iştir şimdi / Sevgi sözcükleriyle konuşmak” dizelerini Mamak’ta yazmıştır ama taşrada sosyalizm mücadelesi yürütenlerin hislerine de tercümandır.

Demem o ki; 1939’un 5 Ekimi’nde Trabzon’da doğmanın, çocukluk ve ilk gençliğini orada geçirmenin ve 50’li 60’lı yıllarda Trabzon’da hem siyasal hem de edebi bir mücadelenin içinde olmanın ne demek olduğunu ancak benzer deneyimleri yaşayanlar bilebilir! Edebiyat da sosyalizm mücadelesi de taşrada, bir köşe dönülüp bırakılmadan sürdürülmüşse, sarsılmaz bir inancın, devrimci bir inadın, yorgunluk nedir bilmez bir yürüyüşün insanı olmanın sonucudur.

Bir çizgisi, siyasal duruşu vardır ve Trabzon’da yola çıktığı günden beri onu değiştirmemiştir. Ancak, bir kör inanç değildir Attila Abi’ninki. Daha çok ve asıl “iş adamı”dır o. Solda bir yerde birileri anlamlı bir iş yapıyorsa orada yer alır. O yeri ve işi de sahiplenir, inançla savunur.

Bir de “vefa”dır. İnsana ve onun ardında bıraktığı her şeye karşı vefalı. Bu yüzden arşivcidir. Solun ve toplumsal mücadelelerin tarihi, gazeteciliğin tarihi vardır o arşivde. Onları biraz sıkıştırıp evde kendine daha ferah bir yer açamaz!

Ve insanlara, yoldaşlara karşı da vefanın adıdır Attila Aşut. Aramızdan ayrılıp gidenlerin unutulmasına asla gönlü el vermez. Onları not eder hep, yazar, tarihe geçirir.

İyiliğe ve güzel günlerin geleceğine olan inancının biraz olsun sarsıldığı bir ana hiç tanık olmadım. O hep; “Kara giysileri çıkar üstünden / Bak, beşinci mevsimi göveriyor yaşamın / Boynuna kızıl fularını dola. - Çıkıp geleceğim karanlık dehlizlerden / Kırarak bileklerimdeki zincirleri / Sen başını dik tut sevgilim / Sabrın gülünü sula. … Buruk bir özlemle değil / Gülen bir yürekle bekle beni / Geleceğim / Bir akşam alacasında” diyen umutla doludur.

Bunca yılın kavgası içinde yitip gidenleri düşündükçe hüzünlenir. “Genç ölülerin yaşamından çaldık / Düşenlerin ömrü eklendi ömrümüze / Ölenler niye öldü? / Biz niye hayattayız?” diyen de odur. Soruları yaralıdır!

Eskimeyen, tükenmeyen adamlar kıymetlidir. Eskiyip tükenenler çağında bir başka hayatın da mümkün olduğunu gösterir; kimini rahatsız eder, kimine güç verirler.

İyi ki varlar!