Bisiklet kullanmanın insanların büyük kent yaşamında kalabalıklar içinde yalnız olma, yalıtılma ve bunu sanal arkadaşlıklarla aşma eğilimini kırdığını düşünür.

Augé’nin öngördüğü bisiklet devrimi

Meriç Kırmızı

Fransız etnolog ve antropolog Marc Augé’nin Bisiklet Mucizesi kitabı Türkçeye 2020’de çevrilmişse de, özgün eserin Fransa’da ilk yayımlanma tarihi 2008… Bu Fransızlar Komünist Manifesto gibi kısa, ama etkileyici kitaplar yazmayı seviyorlar, aynı Fransız sosyolog Edgar Morin’in (2020/2021) Yolumuzu Değiştirelim – Koronavirüsün Öğrettikleri kitabında olduğu gibi. Augé’nin (1992/2021) non-lieux kavramı Türkçeye çeşitli biçimlerde—yok yer, hiç yer, yer olmayan, vb.--çevrilip mekânla ilgili toplumbilim çalışmalarında sıklıkla kullanılmıştır. Özgün adı bisiklete övgü olan Bisiklet Mucizesi’nin önsözünde Augé şöyle der: “Artık 68’de değiliz. Bugün hayatı değiştirmek önce şehri değiştirmektir” (s. 8). Günümüz dünyasını ve kentlerin değişimini dert edinmiş bir antropoloğun toplumbilimlerinin güncel bir konusu olan hareketliliği göz ardı etmesini beklemek yersiz olurdu, hele ki Fransız Bisiklet Turu (Tour de France) gibi 1903’ten günümüze kadar gelmiş—halkın çoluk çocuk sokaklara çıkıp coşkuyla desteklediklerini doğrudan gözlemlediğim--bir etkinliğin ev sahibi olan Fransa’nın bir düşünürüyse.


Bu yazıyı bir kitap tanıtım ya da eleştiri yazısı —onu öğrencilerime ödev olarak verdim- olsun diye yazmadığım için, Augé’nin ince, ama hoş kitabının içerisinde kendimi yitirmeyeceğim. Kitabın başlığından da anlaşılabileceği gibi yazarın bisiklete kendini ve başkalarını keşfetmenin, ama aynı zamanda kenti bir ütopyaya doğru dönüştürmenin aracı olarak baktığı ortada... Kendi kafamdaki noktaya bağlamadan önce altını çizdiğim birkaç yeri göstermekle yetineceğim. Örneğin, Augé bisikletin kentli yurttaşlar arasında sağladığı etkileşimin niteliğiyle ilgili şunu söyler: “Bu etkileşimler hafif olabilir ve muhtemelen geçicidir ama yine de belli bir yaşam mutluluğu taşırlar” (s. 31). Bisiklet sürücüleri için de olumlu bir gözlemde bulunur:

“Sundukları seyirlik, günümüzde herhangi bir bistronun terasında her gün tanık olduğumuz klasik sahnenin çok uzağındadır: Bu sahnede masada birlikte oturmuş ama her biri cep telefonundaki görünmez muhataplarla derin bir sohbette olan iki kişi görürüz. Sokaklar, kafeler, metrolar ve otobüsler bugün durmadan musallat oldukları kişilerin hayatlarına burnunu sokan hayaletlerle dolu; bu hayaletler onları uzakta tutuyor ve hem manzaraya bakmalarını hem de bizzat yanlarında bulunanlarla ilgilenmelerini engelliyor. Bu hayaletler bisiklete binmeyi şimdilik öğrenemediler.” (Augé, 2020, s. 32)

Bisiklet kullanmanın insanların büyük kent yaşamında kalabalıklar içinde yalnız olma, yalıtılma ve bunu sanal arkadaşlıklarla aşma eğilimini kırdığını düşünür. Bu arada Paris kahvelerine ilişkin kısa süreli ve yabancı bakış açılı kişisel gözlemim Augé’ninkinden oldukça farklıydı; toplumsal etkileşimlere, masadan masaya laflamalara çok açık ortamlar olduklarını düşünmüştüm. Öte yandan, Augé’ye katıldığım konu buluştuğum birinin sürekli telefonuyla ilgilenmesi durumunun her zaman canımı sıkmış olması, hatta çoğu kez içimden masadan kalkıp gitmek istemiş olmamdır.

Augé’nin bu kitabını önemsememin nedeni düşünürün daha 2010’lardan önce, gelişmiş kentlerin bugün evirileceği ekolojik dönüşümü görmüş olmasıdır. Bu kitabı okuyunca insan merak ediyor, 2014’ten bu yana Paris’in sevilen belediye başkanı olan Anne Hidalgo’nun kent merkezini arabalardan arındırmaya yönelmesi ve bunun için hızlı bir biçimde çeşitli adımlar atmasının Augé’nin kitabıyla bir ilgisi var mı diye. Augé kitabında uzun uzadıya bisiklet ve özgürlük sözcüklerinin bileşiminden türetilmiş olan Vélib’ sözcüğüyle bilinen ve 2007’de başlayan kent içi bisiklet paylaşımı uygulamasının kazanımları üzerinde durur. Yazarın o dönemde bunun yarattığı toplumsal olanaklardan büyük bir coşku duymuş olduğu açıktır. Öte yandan, kafasındaki bisiklet devriminin önündeki ticarileşme, turistikleşme, otomobil sürücüleriyle olası çatışmalar gibi risklerin de farkındadır. Augé bu konuda rahat edebilir, çünkü günümüz Paris’inde bu sorunların çoğu aşılmış ve uygulama bütün Parislilerce benimsenmiş görünmektedir. Elbette, Hidalgo’nun kentsel ulaşım planlarına karşı olan toplumsal kesimler vardır, ama onlar bile centilmenliği elden bırakmayıp, işleyişteki aksayan noktaları göstermekle yetinmektedirler. Zaten Augé yayalaştırma, yaygın bisiklet kullanımı gibi uygulamalara homurdanabilecek belli başlı kişiler olan taksi şoförleri, dükkân sahipleri, otomobil üreticileri gibi kesimleri de ütopyasına katmış, böylesi bir yenilikten edinebilecekleri yararları belirtmiş ve kimseyi dışlamamıştır.

Bisiklet paylaşımı, sonrasında elektrikli scooterlar —öğrencilerim Samsun’daki adını daha çok beğeniyor: binbin— dünyanın birçok büyük kentinde artık görülebilen, giderek de yaygınlaşan uygulamalar, çünkü Augé’nin 2008’de gördüğünü, yani kentlerin sürdürülemez bir noktaya doğru baş aşağı gittiğini insanlar çoktan fark ettiler. Pandemi de bu işin tuzu biberi oldu. Ne yazık ki Samsun’da olduğu gibi bisiklet ve başka etkin (aktif) ulaşım araçlarının spor ya da eğlence —Augé’nin korkusu ki bence Atakum deniz kıyısında ‘binbin’lerin gençlerin bir eğlencesine dönüşmesi o kadar kötü bir şey değil— amaçlı kullanımın dışına çıkamadıkları kentler de var. Kentsel altyapı, trafik kuralları, toplumsal bilinçlendirme vb. koşullar henüz hazır değil. Paris Belediyesi sürekli internet sitesinde çoklu ulaşım biçimlerinin kentte eş zamanlı olarak kullanımına ilişkin halkı bilgilendirici, iyi tutum bültenleri yayımlayıp duruyor. Yani bunlar zaman içinde çözülebilecek sorunlar.

Son olarak, Augé’nin bir antropolog olarak bisikletin yalnızca ulaşım aracı, yani ayağımızı yerden kesecek bir şey olmasıyla ilgilenmediği kesin... Ona göre, “bisikletçilik bir hümanizmdir” (s. 80) ve pedal çevirdiğimizde var olduğumuzu duyumsarız ki herkesin kendi varlığından kuşkuya düşüp sürekli bunu başkalarına onaylatma çabasına giriştiği bugünün görüntüler çağında bu da öyle hafife alınacak bir etki değildir.