Avrupa’da aşırı sağın kazanmasının nedeni aşIrı sağ partilerin daha iyi program sunmaları değil aksine büyük partilerin artık “küçük insanların” ihtiyaçlarına cevap vermemesi. Sosyal devletin ortadan kalkmasıyla aşırı sağ merkeze taşınıyor…

Fransa’da geçen hafta sonu yapılan yerel seçimlerde merkezdekiler için korkulan oldu ve Le Pen’in aşırı sağcı partisi Front National, atılan her 3 oydan birini aldı. Avrupa ve İslam düşmanı parti, Fransa’da 13 eyalette birinci oldu. Bu Pazar, seçimin 2.turunda, büyük olasılıkla bu başarısını onaylatmış olacak. Sosyal demokratlar ve cumhuriyetçiler, yani Fransa merkez partileri, tarihte ilk kez bu kadar çaresiz bu kadar başarısız.

Bu durum tepki oylarının etkisiyle spontan bir gelişme mi? Yoksa Fransızlar, terör saldırılarından sonra iyice saçmalamaya mı başladı? Hayır, Fransız aşırı sağının aldığı oyun bu denli artmasının, Charlie Hebdo ve 13 Kasım’da Paristeki “İslami terör” saldırılarıyla veya siyasal elitin “sıradan halka” yabancılaşmasıyla elbette bir etkisi var ama sebep sadece bu ikisi değil. Çünkü Front National sürekli güçleniyor, sürekli büyüyor ve en kötüsü de bu süreç durdurulabilir görünmüyor.

Bu büyüme ve güçlenme, aşırı sağın kendi başarısından daha çok merkez partilerinin başarısızlığından kaynaklanıyor. Merkez partilerinin giderek yönetemez hale gelmesi aşırı sağı güçlendiriyor. (Bir açıdan bakıldığında merkez sağın çökmesi sonucu AKP’nin iktidara gelmesini hatırlayın.)

Avrupa her şey vahşi kapitalizme geri dönüşle başladı. Avrupa’da sosyal devletin tasfiyesi ile sosyal devleti tasfiye eden siyasi partiler de aslında tasfiye oldu. Çünkü sosyal devletin tasfiyesiyle ortaya çıkan sorunlar, bir yandan merkez partilerin tabanını eritti diğer yandan da merkez partileri bu sorunlara çözüm üretemez hale geldi.

Yoksulluk aşırı sağı büyütüyor

Avrupa’da merkez partilerden kaçışı ve aşırı sağ partilere geçişi getiren, sosyal davetin tasfiyesi neticesi ortaya çıkmış iki önemli neden var: Birincisi işsizlik ve yoksulluk, ikincisi mülteciler ve yoksulluk. Örneğin Fransa’da son iki iktidar döneminde, hem sağcı Nicolas Sarkozy hem de solcu François Hollande döneminde işsizlik, dolayısıyla da yoksulluk arttı. Fransa’nın yüzde 10’dan fazlası işsiz ve işsizlik yükseliyor. Yoksullar, kendilerini işsizlik batağına atan partileri değil, onlardan da hesap soracağını söyleyen, birleşik Avrupa modeline karşı çıkan, aşırı sağı seçiyor. Bu durum uzun süredir Avrupa aşırı sağını güçlendiriyor.

Yoksul işsizlerin en büyük rakibi ise, yoksul mülteciler. Yoksul mültecilerin Avrupa’ya gelmesine karşı çıkan aşırı sağ, Avrupalı örgütsüz ve bilinçsiz yoksulların hislerine tercüman oluyor. Üstelik aşırı sağcı Fransızların gözünde mülteciler ve daha önceki mültecilerin çocukları, yabancı bir ideoloji olan İslam adına cinayet işliyor, katliamlar yapıyor. Üstelik bunu laik Fransa’da Fransızlara karşı gerçekleştiriyor. Elbette buna dur diyecek güç olarak ortada bir tek yabancı düşmanı aşırı sağcı parti görülüyor.

Uyum modeli, mültecileri banliyölere depolamaktan ibaret olan bir ülkenin, gettolarında paralel hayatlar oluşmasına şaşırmaması gerekir. Fransa’nın uyum programı bir tür paralel toplum ve ekonomi oluşmasına izin verir hale gelmiş. Fransa, mülteciler karşısındaki tutum nedeniyle ideolojik olarak oldukça kafası karışık bir ülke haline geldi. Başta ekonomik olmak üzere, eşitlik ya da fırsat eşitliği veremediği insanlardan laiklik bekliyor.

Konuyu biraz açalım: Fransa’yı Fransa yapan değerlerden biri olan Égalité yani eşitlik, mültecilerin veya yabancıların yaşadığı gettolarda asla beyaz Fransızla eşitlik anlamına gelmez. Bunun tam aksine yoksulluğu bölüşmede eşitlik olarak kullanıldığını hem beyazlar hem de Fransızlar çok iyi bilir. Fransa içindeki 3. Dünya ülkeleri olan bu gettolarda eşitlik olmayınca, yine Fransa’yı Fransa yapan değerlerden biri olan laiklik de olmuyor. Çünkü laiklik her şeyden önce demokrasi demektir ve demokrasi de her şeyden önce fırsat eşitliği üzerine kurulur. (Demokrasi azlığı nedeniyle AKP’yi seçen kitleleri anlıyorsak, kitlelerin demokrasi azlığı nedeniyle siyasal islamı seçmesini de anlıyor olmamız gerek. )

Hepsi dünyanın merkezinde

Aslında Fransa’daki Front National tabanının AKP seçmeniyle doğrudan bir benzerliği var. Front National de, “merkez partilerinden bıkmış, mağdur olmuş sokaktaki vatandaşa” sesleniyor, Front National de Fransa’nın dünya devi ve en güçlü ülkesi olduğuna/olması gerektiğine inanıyor, Avrupa Birliği’ne ve emperyalist batıya kafa tutuyor, mesela milli arabasının ve milli değerlerinin korunmasını savunuyor.

Herkes için insan hakları ve demokrasiyi savunmak yerine öncelikle Fransızlara demokrasi ve insan hakları diyor. Yahudilerin dünya hâkimiyetini kırmak istiyor, terörü önlemek, bütün dünyaya düzen intizam getirmek peşinde. Eşcinsel evliliğine ve kürtaja da karşı.

Avrupa aşırı sağının siyasal ruh dünyasıyla AKP’nin ruh dünyası birbirine çok uyumlu. Avrupa’da bu tür politika izleyen ne tek başına Front National ne de Le Pen. Almanya’da AfD, Finlandiya’da Gerçek Finler, Avusturya’da FPÖ, Macaristan’da Fidesz Partisi, İngiltere’de UKIP, Danimarka’da Danimarka Halk Partisi gibi popülist, aşırı sağcı partiler tüm Avrupa’da yükselişte.

Elbette aralarında çeşitli farklılıklar var ama diğer partilerden en belirgin ayrıt edici özellikleri “kendi milletinin ve liderinin dünya lideri olduğuna” inanmaları. Başkalarıyla birlikte yaşamak ve ortak bir dünya evi kurma yerine, milli ve yer yer de dini değerlere sıkı sıkı sarılıyor gibi yapma diğer belirgin özellikleri. Hem neoliberal hem de “milliyetçi” olunur mu? Evet. Viktor Orban’dan Erdoğan’a, Berlusconi’den Putin’e otokratik liderlerin hepsinin neoliberal, milliyetçi ve dinci olduğunu unutmayın.

Fransa son terör saldırısının ardından toplum olarak da o kadar çok bize benzedi ki, Recep Tayyip Erdoğan artık “Fransa tipi başkanlık” demeye başladı. Olur mu? Erdoğan isterse olur.