AB’nin mültecileri-göçmenleri komşu ülkelerde tutma amaçlı politikası eleştirilmelidir. Ancak ev sahibi ülkelerin yönetimlerinin ve sermayedarlarının bu yönde çıkarlarının olduğunu, bu sorunun çözümsüzlüğünden fayda sağladığı da göz ardı edilmemelidir.

Avrupa Birliği’nin göçmen politikası neden çözüm değil?

EMRE EREN KORKMAZ
Oxford Üniversitesi

Afganistan’da Taliban’ın kontrol ettiği alanın genişlemesi sonucu yeni bir göç dalgasının oluşması ve Türkiye’ye yönelik kayıtdışı göçün artması, bunun sonucunda toplumda göçmen karşıtı söylem ve tepkilerin yükselmesi, Yunanistan’ın ve Avrupa Birliği’nin sınır örgütü Frontex’in geri ittirme (push-back ) politikası ile Ege’de göçmen botlarını zorla geri göndermesi ve bir şekilde Yunan adalarına çıkanları hapishane tarzı kamplarda tutması, benzeri görüntülerin Libya açıklarında da yaşanması, batan botlarda yaşamını yitiren göçmenler, Merkel’in Afgan göçmenlerin Türkiye’de kalması için para desteği vereceğini açıklaması, İngiltere’de İçişleri Bakanı’nın sadece vasıflı mültecinin kabul edilmesine dair yasa önerisi sunması…. Son 1 haftada yaşanan tüm bu gündemler mülteciler ve göçmenler için hem kendi ülkelerinde hem de sığındıkları ülkelerde şartların giderek kötüleştiğini, mülteci ve göçmen haklarını savunanların ise daha zorlu koşullarla karşılaştığını gösteriyor.

Özellikle Suriye, Afganistan ve Yemen’de emperyalist müdahalelerin sürmesi sonucu göç hareketliliği devam ediyor. Sadece bu bölgede değil, dünyanın dört bir yanında Latin Amerika’da, Afrika’da ve Güney Asya’da yoksulluktan, çatışmalardan, iklim değişikliği sonucu oluşan afetlerden kaçan göçmen hareketleri daha zengin ülkelere yöneliyor. Buna karşı ABD’den Avustralya’ya, İngiltere’den Avrupa Birliği’ne göçü kontrol altında tutmak, sadece işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu sayıda ve vasıfta göçmen kabul etme konusunda bir ortak duruş var. Bunu sağlamak için de bir yandan son teknolojileri kullanarak sınır güvenliğini artırırken diğer yandan partner ülkeler bularak göç hareketliliğini başka ülkelerde durdurmayı hedefliyorlar.

Güncel göç hareketlerini değerlendirirken sistemin yapısal sonuçlarını göz ardı etmemek gerekiyor. Bir yandan emperyalist müdahaleler ve işgaller, diğer yandan küresel kapitalist sistemin içinden geçtiği ve pandemi ile de derinleşen krizin yoksul ve azgelişmiş ülkelerde ve gelişmiş-ileri kapitalist ülkelerdeki yansımaları, bu yapısal sorunların yarattığı şiddet ve çatışmalar ve hem yoksul hem de zengin ülkeleri sarsan iklim değişikliği sonucu oluşan doğal afetlerin artışı hem göç veren hem de göç alan ülkelerde ekonomik, siyasal, sosyal sorunları derinleştiriyor.

GÖÇMENLERİ KOMŞU ÜLKELERDE TUTMAK

Bu kapsamda Avrupa Birliği’nin Türkiye, Libya, Ürdün, Lübnan gibi mültecilere ve göçmenlere ev sahipliği yapan ülkelere yönelik politikası göçmenlerin bu ülkelerde kalmasını sağlamaktır. Bu durum Suriyeli mültecilerin yanı sıra Türkiye’yi transit ülke olarak gören diğer milletlerden göçmenlere de engel olmayı içermektedir. Afganistan, Pakistan, İran ve çeşitli Afrika ülkelerinden gelen göçmenler açısından esas hedef Türkiye’den Avrupa’ya geçmektir ve son dönemki politikalar bu ülkelerden gelenlerin de Türkiye’de kalmasını sağlamaktır.

Bunun bir yönü doğrudan nakit desteği vermektir. Diğer yönü ise ülkede yerli ve göçmen toplulukların istihdamını pekiştirecek projeleri desteklemektir. Ancak göçmenlere ev sahipliği yapan komşu ülkeler de kendi içlerinde ciddi ekonomik ve siyasi sorunlarla uğraşıyorlar. Bangladeş, Ürdün, Lübnan gibi ülkelere nazaran Türkiye’nin durumu ve imkânları daha fazla olsa da ülkemizdeki yoksulluğu, hayat pahalılığını, sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Ayrıca yoksul göçmenlere iş sahibi edindirme amaçlı projeler kendisi de yoksul ve işsiz olan ve aynı mahallelerde yaşayan yerli nüfusta tepki oluşturuyor. Bu nedenle son dönemlerde istihdam amaçlı projelerde yerlilerin ve mültecilerin birlikte yer almasına özel önem veriliyor.

İSTİHDAM PROJELERİNİN HEDEFLERİ VE SONUÇLARI

İstihdam amaçlı projelerin iki temel hedef kitlesi var. İlki iş arayan göçmenlere mesleki eğitim vererek iş bulmalarını sağlamaktır. Bu eğitimler tekstilden kodlama öğretmeye kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. İkinci hedef ise “girişimciliği” destekleme adı altında “girişimci ruhu” olan göçmenleri tespit edip onlara iş kurmalarında yardımcı olmaktır. Bu kapsamda yasal bilgi vermekten start-uplar için fon vermeye ve mentörlüğe çeşitli imkanlar sunuluyor. Ayrıca hâlihazırda iş kuranların da kayıt altına alınması ve işlerini büyütmesi için çalışmalar da yapılıyor.

Türkiye’de bu yönde BM’nin ve AB’nin desteklediği çok sayıda proje yürütülüyor. Ama bu Türkiye ile sınırlı değil. Benzeri projeler diğer ülkelerde de görülüyor. Örneğin Uganda’da göçmenlere toprak dağıtılıyordu. Ancak her ülkede göçmene toprak dağıtmak mümkün değil. Ürdün’de ise çöl ortasına kurulan özel ekonomik bölgelerdeki tekstil fabrikalarında mültecilerin çalışması ve ürünlerin gümrüksüz ABD pazarına girebilmesi gündemdeydi. Ancak mülteciler çölün ortasındaki fabrikalarda çalışmayı doğal olarak tercih etmediler.

Ülkemizde de söz konusu projelerde harcanan milyonlarca avroya rağmen legal çalışan mültecilerin ve göçmenlerin sayısında ciddi bir artış olmadığı ve göçmenlerin ezici çoğunluğunun ağır sömürü şartlarında, kayıt dışı çalıştığı biliniyor. Mülteci girişimciliği konusunda da birkaç tekil örnek dışında öne çıkan bir başarı hikâyesi yok. Bu şaşırtıcı değil, çünkü ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarını, kapitalizmin yapısal özelliklerini göz ardı etmek mümkün değil. Kayıtdışı ekonominin sebepleri ve emek-yoğun sektörlerin küresel kapitalizm içindeki yeri dikkate alındığında kalıcı çözüm bulmak mümkün olmuyor. Bunların yanı sıra göçmenleri-mültecileri iş piyasasına hazırlama amaçlı projelerde işçi-sendika hakları ve göçmen işçilerin temsiliyeti konularının gündemde olmadığını not etmekte fayda var.

EV SAHİBİ ÜLKELERDE BU POLİTİKADAN YARARLANANLAR

İşin bir yanında AB’nin mültecileri ve kayıtdışı göçmenleri komşu ülkelerde (özellikle Türkiye ve Libya ve aynı zamanda Ürdün, Lübnan, Mısır ve Fas) tutma, burada oluşan göçmen işgücü havuzundan kendi ihtiyaç duyduklarını yeniden yerleştirme (resettlement) süreci ile seçip kabul etme, bunun karşılığında da nakit para desteği ve projeler için fon aktarımı politikası var. Bu yönde iktidarlar ve STK’ler (genellikle STK görünümlü proje yönetim şirketi demek daha doğru olur) ile birlikte çalışılıyor.

Bu politikalar tek yönlü dayatmalar değil. Mültecilere ve göçmenlere ev sahipliği yapan ülkelerde de bundan yararlanan kesimler bulunuyor. Örneğin siyasi iktidarlar için bu rol AB ile siyasi ve ekonomik pazarlıklarda koz oluyor. Fas ve Türkiye yakın zamanlarda AB ile sorun yaşadığında kapıları açmayı gündeme almıştı. Diğer yandan ekonomiye sıcak para akışı sağladığı için para pazarlığı da yapılıyor.

Ancak mesele sadece siyasi kazançlar ve pazarlıklarla sınırlı değil. İşgücü piyasasını düzenleme, işgücünün değerini düşürme, sömürü oranlarını artırma yönü de göz ardı edilemez. Örneğin Türkiye’de deri, tekstil, tarım, inşaat gibi emek-yoğun sektörlerde sermaye sahiplerinin kayıtdışı çalışan, yasal hakları olmayan, asgari ücretin altında ve uzun saatler çalışan göçmen işgücüne talebi var. Tabii göçmen karşıtlığı hem iktidar hem de muhalefet partileri açısından politik çıkarlar için rahatlıkla kullanılıyor.

Özetle AB’nin mültecileri-göçmenleri komşu ülkelerde tutma amaçlı politikası eleştirilmelidir. Ancak ev sahibi ülkelerin yönetimlerinin ve sermayedarlarının bu yönde çıkarlarının olduğunu, bu sorunun çözümsüzlüğünden fayda sağladığı da göz ardı edilmemelidir. Bu politikaların sonucu daha fazla sömürü ve baskıdır ve bu sürecin kurbanlarını hedef almak meselenin çözümsüzlüğünü pekiştirecektir.