2008 sonrası yaşanan durgunluk, arkasından gelen  borçlu ülkeler krizi, şimdi de de ortaya çıkan seçim sonuçları nedeniyle hem üye ülkeleri hem Avrupa Birliği’ni (AB) zor günlerin beklediği ortada. 

Seçimlerle ilgili söylenecek ilk şey, halkın uygulanan ekonomik politikalardan duyduğu hoşnutsuzluğu sandığa yansıttığı yönünde. Zaten yalnız buralarda değil, daha birçok ülkede öfkeler sokağa dökülmüş durumda. Seçimlerde de, yalnız sol oylar değil, aşırı sağda yükselen oyları da benzer nedene bağlamak mümkün. Aşırı sağ, milliyetçilik, din, kültürel farklılık gibi kültürel meselelere yüklense de,  bunların gerisinde artan işsizlik ve güvencesizliğin önemli bir etken olduğu biliniyor. 

Seçimleri yorumlamak mümkün olsa da, sonuçlarının ne anlama geleceği ve geleceğin nasıl şekilleneceğini bilmek zor. Örneğin Yunanistan’da hükümet kurulup kurulmayacağı bile belli değil; hatta yakın seçim daha olası görünüyor. Fransa’da parlamento seçimlerinin ne getireceği bilinemiyor; parlamento seçimleri de başkanlık seçimlerindeki tercihi yansıtmazsa ne olur bilinemez.  Ayrıca sol hükümetler iktidar bulsa da, AB düzeyinde ve küresel ölçekte neo-liberal politikalar varlığını korurken, neyi ne kadar değiştirebilecekleri gibi ciddi sorular var. Örneğin Jospin Hükümeti Fransa’da daha 2000 yılında çalışma haftasını 35 saate de indirdi; peki, bunun işsizliğe bir çare getirdiğini düşünen var mı? 

Ülkelerde nereye doğru gidileceğini kestirmek zor olduğu gibi, AB açısından da yanıtlanması güç sorular var. Şimdi borçların geri ödenmesini garantilemek en büyük mesele; ona uğraşılıyor. Ancak açılan yeni kredilerinin geri ödeneceğini garantilemek kolay değil. Ülkelerin ödeme gücü ciddi mesele ve bugünkü koşullarda bile  işsizlik ve güvencesizliğin isyan ettirdiği halkı sık boğaz ettikçe  hepten isyan bayrağını çekmeleri olasılığı az değil. 

Öte yandan Yunanistan Avro’dan çıksa, AB için sorun çözülür mü? Benzer sorunlar yaşayan İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda ne olacak? Ekonomik ve parasal birlik için aranan koşullarda değişiklik yapmak, örneğin bir zamanlar konuşulan iki vitesli bütünleşmeye gitmek bundan sonra kabul görür mü? Yani çekirdek-çevre ayrımı hep var da, bunu resmileştirmek mümkün mü; ya da yapılsa ne olur? Bu durumda çevre ülkelerde AB’ye olan güven ve bağlılık kalır mı; yoksa en azından bazıları kendi yoluna gitmeye mi karar verir?  Bugün bile uyguladığı neo-liberal politikalar nedeniyle bazı ülkelerde tepki çeken AB, tasarruf tedbirleriyle arttıkça halklar için eskisi gibi çekim gücünü korur mu? 

Öyle görünüyor ki sorun, Avro’nun değil, AB’nin ve Avrupa’nın sorunu! 

Kısacası AB,  ciddi bir yol ağzına doğru ilerliyor. Daha önce de yol ağızlarına gelindi; bu noktalarda çoğu kez AB’nin güçlenmesi yolunda kararlar alındı. Ortak pazardan Avrupa Birliği’ne dönüşüm, Birliğe siyasal nitelikler kazandırmak yolunda atılan adımlar, genişleme kararları bunlar arasında. 

Şimdiki çelişkisi çok daha büyük. Küresel düzeyde ekonomik gücünü korumak, içerde ekonomik bütünleşmeyi sürdürmek ve hem merkez hem çevre ülkelerde bugüne kadar toplumsal model olarak iddia ettiklerini heba edip etmemekle karşı karşıya. Bu çoklu çelişkiyi nasıl çözecek? 

Biliyoruz ki, küresel piyasadan en çok yararlanan AB üyeleri; kapitalizmin küreselleşmesinde payları da çok. Ancak elde edilen kazanımların toplumca paylaşılmasında, yani yeniden-bölüşümde, 80 sonrasında merkez ülkelerde bile geri çekilmeler var.  Her geçen yıl, emeğin koşullarında koruyucu önlemler ve standartlarda gerileme, sosyal devlet anlayışı ve sosyal politikalarda geriye gidiş söz konusu. Nedeni de, her yerde söylendiği gibi, “artan rekabet!” Refah devletini zırhı çok yerden delinmiş durumda. 

Merkez ülkelerde böyle olunca, AB düzeyinde de Avrupa toplum modelini “avrupalılaştırmak” gibi bir iddia da havada kalıyor. Söylem yerinde de, içi boş! 

Sonuç olarak, uzunca süredir karşımızda “piyasaların zaferine” razı olan bir AB var; bunu  alkışlayan da çok tabii... Serbest pazardan medet umulunca, kişiye de, ülkeye de kredi üstüne kredi açılmakta beis yok; yeter ki piyasa canlansın.  Borçlu kişi olunca yakasına yapışmak da zor değil; ancak borçlu ülke olunca işler çatallaşıyor. Şimdi durum bu!  Veren için de, alan için de ayrı tehlike çanları çalmakta. 

Bu koşullarda sıranın “AB üyeliğinin” sorgulanmasına gelmesi de doğal. AB’nin geleceğiyle ilgili senaryolardan biri “piyasaların zaferi” idi; bir süredir  o yaşandı. Şimdi hangi olasılığa doğru gidiyor? 

Örneğin “çatışmalı komşuluk” gibi bir senaryonun ağırlık kazanması da mümkün; AB’nin, yaratıcı ve cesur kararlar alarak bütünleşme ibresini başka yöne çevirmesi de... Ancak yaratıcı ve cesur kararların, bütünleşmenin, zenginleşmenin nimetini paylaşmakla ilgili olduğuna da kuşku yok.  Bunu yapabilecek mi? Örneğin ulusal değil bölgesel düzeyde Keynesyen politikalara gidebilir mi? Örneğin çalışma saatlerini indirerek işsizliğe gerçekçi çözüm bulabilir mi? Örneğin demokrasiye gerçekten işlev kazandırabilir mi? 

Bakalım yol ağzı AB’yi nereye götürecek?