MİNE YILDIZ – DR. Avrupa Parlamentosu 2019 seçimlerine aşırı sağcı partilerin yükselişinin damga vurduğu, merkez sol partilerin ise ciddi oy kayıpları yaşadığı malumumuz. Her ne kadar kimi Avrupa ülkelerinde sosyal demokratlar seçimlerden birinci parti olarak çıkmış olsalar da, Avrupa genelinde merkez sol/sağ partiler, özellikle Avrupa nüfusunun büyük bir çoğunluğunu oluşturan Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ile […]

Avrupa’da dolaşan komünizm hayaleti

MİNE YILDIZ – DR.

Avrupa Parlamentosu 2019 seçimlerine aşırı sağcı partilerin yükselişinin damga vurduğu, merkez sol partilerin ise ciddi oy kayıpları yaşadığı malumumuz.

Her ne kadar kimi Avrupa ülkelerinde sosyal demokratlar seçimlerden birinci parti olarak çıkmış olsalar da, Avrupa genelinde merkez sol/sağ partiler, özellikle Avrupa nüfusunun büyük bir çoğunluğunu oluşturan Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ile Yunanistan gibi ülkelerde başarısız oldular -Birkaç örnekle anımsatmak gerekirse; İngiltere’de İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti, Fransa’da Macron’un partisi, Almanya’da ise Sosyal Demokrat Parti ve Hristiyan Demokrat Birlik …

Avrupa sol seçmeni, son seçim sonuçlarıyla sosyal demokrat partilere bir mesaj gönderdi. Bu mesaj şuydu: Siz hükümet ortağı ve/veya hükümeti kuran parti olarak kapitalizmin yarattığı sorunlara çözüm üretmediniz. Hatta daha da ötesi kapitalist politikalara hoşgörüyle yaklaşıp ve yaşanan ekonomik krizin faturasının düşük gelirlilere kesilmesine seyirci kaldınız. Göç ve göçmen sorunlarıyla samimiyetle mücadele edecek cesarete sahip değilsiniz. Azınlıkların, ezilenlerin, ötekileştirilen grupların sesi olmadınız. Ayrıca kimi ülkelerinde parti üyelerinizin isimleri kimi yolsuzluk tartışmalarıyla gündeme geldi. Kısaca ifade etmemiz gerekirse, sosyal demokratların oy ve seçmen kaybında -partilerin söylem ve icraatlarının- birbiriyle örtüşmemesi en önemli nedenlerin başında geliyor. Bu ve benzeri gibi pek çok nedenle kimi Avrupa ülkelerinde sol seçmenin daha “sola” kaydığını görüyoruz. Belçika 2019 genel seçim sonuçları bu savı kanıtlamaktadır. AP seçimleriyle aynı gün yapılan 27 Mayıs 2019 Belçika seçimlerinde, programı Marksist-Leninist ilkelere dayanan ve kendisini komünist olarak tanımlayan «Belçika İşçi Partisi» (Fransızca: Parti du Travail de Belgique, PTB; Flemenkçe: Partij van de Arbeid van België, PVDA) yüksek bir oy artışı yakaladı. Partinin kökenleri 1960’lardaki öğrenci hareketlerine dayanıyor. Leuven Katolik Üniversitesi’ndeki öğrenci derneği (Studenten VakBeweging, SVB) Belçika kömür madenlerinde çalışan işçi grevlerine aktif destek oldular. Öğrenci hareketi sonrasında “Bütün İktidar İşçilere” (Alle Macht Aan De Arbeiders- AMADA) isimli siyasi partiye dönüştü. İlk parti kongresinin yapıldığı yıl olan 1979’da, partinin adı da “Belçika İşçi Partisi” olarak değiştirildi.

Belçika İşçi Partisi, 150 üyeli Belçika Federal Parlamentosu’na ilk defa 2014 yılında yapılan seçimlerde 2 milletvekilliği kazanmıştı. 2019 seçimlerinde ise Flaman Bölgesinde %6,6, Brüksel’de %12 ve Frankofan Bölgesinde (Wallonia) %13,5 ile oy aldı. Federal Parlamento’da 12, Senatoda 4, Brüksel Parlamentosu’nda 11, Flaman Parlamentosu’nda 4, Valon Parlamentosu’nda 10 ve tarihinde ilk kez Avrupa Parlamentosu’nda 1 milletvekilliği kazandı. Önceki seçimlerle kıyaslandığında, milletvekilli sayısını 8’den 42’ye yükseltti.

Belçika İşçi Partisi, kapitalizmin yarattığı yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlikten kurtulmanın reçetesinin sol partilerde olduğuna yönelik inancın kırıldığı noktada Belçika solu için umut oldu. Avrupa genelinde sosyal demokrat partilerin muhalefette iken sendikalara vaat ettikleriyle sol gözüktüklerini, ancak bir kez hükümet ortağı olduktan sonra bu vaatleri yerine getirmediklerini, Almanya’da sosyal demokratların (SPD) Merkel’in politikalarını uygulamasına yardım ettiği gibi Belçika’daki merkez sol partiye (PS) yardım etmeyeceklerini, destek olmayacaklarını, merkez sağın insanları böldüğünü, nefreti yaydığını ve sağ faşizme izin vermeyeceklerini söylüyorlar.

En önemli özelliklerinden birisi büyük ölçüde üyeleri tarafından finanse edilen tek parti olmaları. Bunu çok önemsiyorlar, çünkü bu çokuluslu şirket, kurum, kuruluşlardan ve lobi gruplarından bağımsız hareket etmelerini sağlıyor. İşçi Partisi milletvekilleri maaşlarının yarısını partiye bağışlıyor (Belçika’da milletvekilleri maaşı 5000 euro civarında). Parti yöneticileri veya temsilcileri ayda 1600-2000 euro arasında bir gelirle yaşıyor. Parti seçmene halk nasıl yaşıyorsa partimizin yönetici veya milletvekilleri de aynı standartta yaşıyor mesajını veriyor. Belçika İşçi Partisi’nden bir milletvekili, parlamentoya seçilmeden önce ne yapıyorsa aynı işi yapmaya, otobüs şoförü olarak çalışmaya devam ediyor. İşçi Partisi’nin “Halk için Doktorlar” adını verdikleri bir programları var ve gönüllü doktorlarıyla yoksul bölgelerde yaşayan hastalara ücretsiz sağlık hizmeti götürüyorlar. Laf üretmiyor, somut olarak harekete geçiyorlar.

İşçi Partisi, sadece işçi ve emekçi sınıfın değil, siyahların, göçmenlerin, mültecilerin, feministlerin, Müslümanların (Belçika’daki Fas ve Türkiye kökenli Müslüman seçmenlerin genel eğilimi etnik oy verme yönünde, bu konuya başka bir yazıda değineceğim) kısaca azınlıkların, ezilenlerin ve ötekileştirilenlerin partisi olarak siyasete damgasını vurmuş durumda.

Karl Marx, 1845’ten 1848’e kadar Belçika’da sürgünde yaşamak zorunda kalmıştı. Sürgün yıllarında Engels’le birlikte, Brüksel’in merkezindeki tarihi meydan olan Grand Place’ta bulunan “La Maison du Cygne (Kuğu evi)” de kaleme aldıkları Komünist Parti Manifestosu “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor – Komünizm hayaleti…” cümlesiyle başlar. Programı Marksist-Leninist ilkelere dayanan Belçika İşçi Partisi, bu hayaletin ete ve kemiğe bürünmüş haliyle artık görünür, hissedilir halde ve sadece Belçika’nın değil Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’de dolaşıyor.

Kimbilir belki de Marx ve Engels, “La Maison du Cygne”den gülümseyerek, bir hayaletin gerçeğe dönüşmesini izliyorlardır gururla…