Avrupa demokrasisinde kümeye düşerken

Başak Kale - Doç. Dr.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu, 25 Nisan Salı günü “Türkiye’de demokratik kurumların işleyişi” konulu bir oturum düzenleyerek Türkiye raportörleri Estonyalı Marianne Mikko ve Norveçli Ingebjorg Godskesen tarafından hazırlanan Türkiye raporunu görüştü. Görüşmelerin sonunda 45’e karşı 113 oyla Türkiye’nin denetim sürecine yeniden alınmasına karar verilirken 12 oy da çekimser olarak kullanıldı. Türkiye 2004’te çıktığı siyasi denetim sürecine yeniden alınarak siyasi denetim sürecinden çıktıktan sonra tekrar alınan ilk ülke oldu. Konsey’e üye bir ülkenin siyasi denetim sürecinde olması adına oldukça endişe verici bir durum. Zira bu durum Türkiye’nin Avrupa demokrasi liginde bir anlamda küme düşerek demokratik yönetimleri üzerinde ciddi şüpheler bulunan Rusya, Ermenistan, Arnavutluk, Gürcistan, Azerbaycan, Ukrayna, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Moldova gibi ülkelerin ligine gerilemesi demek.

Avrupa kıtasında demokratik işleyiş, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygının referans noktası olarak görünen Avrupa Konseyi, Türkiye’nin “Avrupalılığının” da bir nevi tasdik noktasıdır. İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşan iki kutuplu dünya düzeninde yerini bulmak arayışında olan Türkiye, bu düzeninin yapılandırılması sırasında Batılı uluslararası kurumlara üyelik anlayışını benimsedi. Bu anlayışın bir uzantısı olarak 1949 yılında Avrupa Konseyi’ne üye oldu. Avrupa Konseyi, 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa kıtasında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacıyla hükümetlerarası kurulan uluslararası bir kuruluş olarak yeni dünya düzeninde uluslararası kurumsallaşmanın siyasi kanadının en önemli parçalarından birini oluşturdu.

Konseyin üyesi olmak küresel demokratik liberal sistemin bir parçası olmak anlamına da gelir. Avrupa Konseyi’nin yürütme organı Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, üye devletlerin parlamentolarından katılan iktidar ve muhalefet partilerinin temsilcileriyle gündeminde bulunan çeşitli konuların tartışıldığı bir forum görevini yapar. Benzer şekilde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’nde ve ek protokollerde güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin korunmasının garantisidir. Çeşitli organları, kurumları, ürettiği hukuki metinleri ve çalışma mekanizmalarıyla Avrupa Konseyi, Avrupa kıtasında demokrasinin işleyişinin garantörüdür. Şimdi bu garantör vermiş olduğu kararla Türkiye’deki demokratik işleyişle ilgili endişelerini ortaya koymuştur.

Bu endişelerin tarihte ilk defa ortaya çıktığını söylemek doğru olmayacaktır. Türkiye ve Avrupa Konseyi ilişkileri geçmişte de sorunlarla karşılamıştır. 1949 yılında itibaren çeşitli inişler ve çıkışlar yaşanmış, özellikle 12 Eylül Darbesi sonrasındaki siyasi ortamda Türkiye’yle olan ilişkiler gergin bir süreç geçirmiştir. Bu dönemde, Türkiye’deki demokratik ortamın eksikliklerini eleştiren Konsey, demokratik kurumların tekrar gerekli işlevlerini kazanması, sivil bir düzene geçilmesi ve sivil bir anayasanın ivedilikle kabulü konularında sert çıkışlar yapmıştır. Benzer şekilde, 90larda ortaya çıkan gelişmelerin bir uzantısıyla 1994 yılında Türkiye denetim süreci 2004 yılına kadar devam etmiştir. 2004 yılında yapılan AB üyelik süreci demokratik reformları sonucunda denetimden çıkarak “denetim sonrası sürece” dahil edilmiştir.

Avrupa Konseyi, AB’nin bir kurumu olmasa da Birlik’le çok yakından ilişkilidir. Avrupa Birliği’ne üyelik süreci içerisinde 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin resmen AB adaylığının kabulüyle birlikte üyelik öncesi süreç başlarken, Kopenhag Kriterleri'ne uyum da ayrıntılı bir şekilde incelemeye alınmıştır. Bu süreç içerisinde, TBMM’den geçen reform paketlerinde demokratikleşme çalışmaları, DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde Türkiye’de birçok politik değişikliği de beraberinde getirmiştir. Uyum ya da demokratikleşme paketleri adı altında normal şartlarda bir koalisyon hükümeti döneminde meclisten geçerken ciddi tartışmalara yol açabilecek olan idam cezasının kaldırılması, ana dilde eğitim ve yayın hakkı gibi bir çok değişiklik, TBMM’ye sunularak hızlı bir şekilde geçirilmiştir. Bu süreç, 2002 yılında göreve gelen AK Parti iktidarında da bir süre devam etmiştir.

AB normlarının ve değerlerinin benimsendiği Avrupalılaşma sürecinin “altın çağı” olarak adlandırılan bu dönem, demokratikleşme yolunda önemli adımların atıldığı sıra dışı birkaç yıldır. Bu gelişmeler, AB’de olduğu gibi Avrupa Konseyi’nde de takip edilirken 2004 yılında Türkiye’nin denetim sürecinden çıkartılmasına neden olmuştur. Türkiye’nin demokratikleşme süreci Avrupa Komisyonu’nun olumlu görüşleri şeklinde yıllık ilerleme raporuna yansımış, Avrupa Konseyi’nden farklı ve AB’nin yürütme kuruluşlarından biri olan AB Konseyi de bu olumlu raporu Türkiye’yle müzakerelerin 2005 yılında açılması için göz ardı etmemiştir. Komisyonun müzakerelerin başlamasına yönelik sunduğu tavsiye raporunda demokratik reformların geriye dönülemez olduğunu tasdikinin uzun yıllar alacağı da belirtilmiştir. Müzakere sürecinde siyasi kriterlerin devamlı mercek altında tutulacağının mesajı verilmiştir. Geçtiğimiz yıllarda özellikle parti kapatma davalarının gündeme geldiği zamanlarda AB’den gelen uyarı mekanizmaları da devreye girmiş, ancak hiç bir zaman müzakerelerin askıya alınması noktasına gelinmemiştir.

Türkiye, özellikle geçtiğimiz yıl içerisinde yaşanan iç politik ve hukuki gelişmeler nedeniyle Konsey tarafından takip altındaydı. Mart ayında Denetim Komitesi, Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinde özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi'nin ardından OHAL ilan edilmesiyle birlikte ciddi bozulmalar görüldüğünü açıklamış ve bu nedenle tekrar denetim süreci içerisine alınması gerektiği uyarısında bulunmuştu. Parlamenterler Meclisi’nin üyesi olan ve çoğunluklu olarak hükümet kanadından bulunan 18 Türk milletvekili, Parlamenterler Meclisi’ndeki farklı siyasi grupların tartışmalarını yakından takip etmekteydiler. Hazırlanan raporun muhtemel içeriği ve Türkiye’nin denetim sürecine tekrar alınma kararı, Türk parlamenterler açısından çok da sürpriz olmamıştır.

Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinin incelendiği bu tarz bir raporun hazırlanması için üye ülkede belli politik koşulların ya da gelişmelerin oluşması ve bu koşulların endişe verici durumda belli bir süre seyretmesi gerekmektedir. Özellikle 15 Temmuz sonrasındaki gelişmeler, Konsey’in Türkiye’ye özel bir raporun hazırlamasını tetiklemiştir.
Hazırlanan rapor, darbe girişimi sonrasında OHAL altında FETÖ karşı girişilen operasyonun “orantısız” önlemler içerdiğini, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile on binlerce devlet memurunun işine yeterli denetim mekanizmaları işletilmeden son verildiğini belirtmiştir. Rapor ayrıca, ifade ve medya özgürlüğü ile yargının bağımsızlığı konularının hassasiyetinin devam etmesi, parlamenterlerin dokunulmazlığının kaldırılmasıyla parlamenter sistemin işleyişinin tehlikeye girdiğinin vurgusunu yapmıştır. 16 Nisan Referandumu sonucuyla gerçekleşecek olan anayasa değişikliğiyle demokrasinin etkin bir şekilde işlemesinde soru işaretlerinin ortaya çıkabileceğinin endişesi de ortaya konmuştur.

Tüm bu gerekçeleri temel alan rapor, tartışmaları da beraberinde getirdi. Türk heyetine başkanlık eden AKP Milletvekili Talip Küçükcan bir itiraz bildirisi hazırlayarak rapora ve karar öncesinde de kararın tasarısına itiraz etti. Türkiye’ye karşı ayrımcılık yapıldığını ve karar tasarısının da hatalarla dolu olduğunu belirtti. 11 AKP’li, 4 CHP’li, 2 HDP’li ve 1 MHP’li milletvekiliyle temsil edilen Türk heyeti içerisinde konu hakkında bir fikir birliği söz konusu değildi. Türk parlamenterlerden bazılarının kararın alınmaması, FETÖ’nün bir terörist organizasyon olarak tanınması, Türkiye’ye süre verilmesi gibi değişiklik önerileri de reddedilince denetim kararı işlerlik kazanmıştır. Kararda, Türkiye’nin siyasi denetim sürecinde yakından gözlemlenerek belirtilen alanlarda reforma gitmesi ve durumunun 2018 yılı içinde yeniden gözden geçirileceğini belirtiyor. Türkiye, bu şekilde kendini Konsey’le ilişkileri konusunda hassas, gergin ve kırılgan yeni bir düzlemde bulmuştur.

Türkiye açısından denetim kararının getirilmiş olması her şeyden çok diplomatik anlamda endişe vericidir. Demokrasinin mihenk taşı kabul edilen bu kurumun aldığı bu karar, her açıdan Türkiye için bir prestij kaybıdır. Uluslararası ikili ve çoklu ilişkiler açısından etkileri kaçınılmaz olan bu kararın, olumlu yönde değişimi için Türkiye’nin bir demokratikleşme reform sürecinden geçmesi beklenecektir.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bundan birkaç yıl öncesine kadar Parlamenterler Meclisine başkanlık etmekteydi. Şimdi aynı Meclis, Türkiye’nin kendi değerleriyle bağdaşmayan bir süreçte olduğu görüşünü belirtiyor. Bu, çok kısa birkaç yıl içeresinde gerçekleşen çok önemli bir değişim. Bu karar farklı açılardan eleştirilebilir. Çünkü sadece Avrupa Konseyi’yle olan ilişkilerin değil diğer uluslararası kuruluşların ve AB ile olan üyelik müzakerelerinin yönünü etkileyebilir. Şu anda çok sayıda parlamenterini bu kuruma gönderen ve parlamenter sayısı açısından Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa ve Rusya gibi büyük ülkelerle aynı grup içerisinde bulunan Türkiye, bu kurumla olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmeyi düşünebilir. Aynı şekilde, Avrupa Birliği, AKPM’nin aldığı bu karar çerçevesinde Türkiye’nin üyelik müzakeresinin statüsünü tekrar değerlendirebilir. Konsey’in demokrasi standartlarına uymayan bir ülkenin AB’nin Kopenhag siyasi kriterlerinin uygunluğu yeniden sorgulanabilir. Üyelik müzakereleri açılırken AB tarafı siyasi kriterlerin Türkiye tarafından sağlandığının garantisinin üyelik müzakereleri süreci boyunca sürekli olarak değerlendirileceği belirtmişti. Her ne kadar Avrupa Komisyonu 1 Kasım seçimlerinde Komisyon İlerleme Raporunu açıklamayı seçim sonuna ertelemişse de AKPM kararı sonrasında Türkiye’yle olan ilişkilerinde daha farklı bir yol izleyebilir. Şimdiden genişlemeden sorumlu olan Komiser Johannes Hahn, Türkiye ile olan mevcut durumun “sürdürülebilir” olmadığını açıkladı. Bu da kararın çok hızlı bir şekilde kelebek etkisiyle yayılabildiğini gösteriyor.

Türkiye’nin karar sonrasında sağduyu ile hareket ederek Konsey’le olan ilişkilerinde işbirliği çerçevesinde yapılan eleştirilere kulak vererek düşünmesi yararınadır. Yarım yüzyılı aşan bir süredir devam eden işbirliğinin ve Avrupa’da demokrasinin işleyişin sembolü olan prestijli bu kurumun Türkiye’yle olan ilişkilerini doğru tanımlamakta fayda var. Zira Türkiye’yi önümüzdeki yıl boyunca tekrar üst lige çıkmak için zorlu bir çalışma bekliyor.