Avrupa futbolunu değiştiren futbolcu: Jean-Marc Bosman...

1995 senesinde ‘European Court Of Justice’ (Avrupa Adalet Divanı)’nın kararı Avrupa futbolunun o güne kadar alıştığı transfer kurallarını yerle bir ediyordu. Adalet Divanı, evrensel insan haklarını esas alarak, bulundukları takımda sözleşmesi biten futbolcuların bonservis bedeli olmaksızın başka bir takıma transfer olmasına imkân sağlayan Bosman kuralını getiriyor, futbolcunun kendi geleceğinde söz sahibi olmasını sağlıyordu. O kararı aldıran futbolcunun adı Jean-Marc Bosman’dı ve onun sayesinde Patrick Kluivert’ten Robert Lewandowski’ye nicesinin kaderi değişti.

Yakında başlayacak transfer sezonu. Kalburüstü topçuların bir kulüpten diğerine dudak uçuklatan rakamlara transfer olacakları zamanlarda hatırlayalım Avrupa futbolunu değiştiren topçuyu, anlatalım hikâyesini.

30 Ekim 1964’te Belçika’da dünyaya geldi Jean-Marc Bosman. Futbol kariyerine 1983’te Standard de Liege takımında başladı, 1988-1990 arasında Belçika 1. Lig takımlarından RFC Liège’nin formasını giydi. Yazılanlara göre, hayatını futboldan kazanacak kadar iyi bir orta saha oyuncusuymuş. O yıllarda Belçika Genç Milli Takımı’na kadar yükselirken, takımında ilk 11’de sahaya çıkıyor, ancak yeterli para kazanmıyordu. Sözleşmesinin bitimine yakın, kulübüyle pazarlığa girişiyor, 1 yıllık bir sözleşme karşılığı aylık 750 avro öneriliyordu. Bu rakamı kabul etmeyen futbolcu kendisine daha fazla para verecek bir kulüp arayışına girmişti.

1990 senesinin yaz aylarında takımıyla olan sözleşmesi sona ermiş, Fransa 2. Lig takımlarından Dunkerque’den aldığı transfer teklifine olumlu yanıt vermişti. Ancak Liege kulübü bu transferin gerçekleşmesi için bonservis bedeli talep ediyor, Dunkerque kulübü istenen parayı vermemekte diretiyordu. Neticede bu transfer gerçekleşmedi, futbolcunun maaşı ilk on birde yer almadığı için aylık 750 avroya düşmüştü. Bu durumu kabullenmeyen Bosman, konuyu Liege mahkemelerine taşıdı ve Liege kulübü, Belçika Futbol Federasyonu ve UEFA’ya karşı dava açtı. Dava ‘restraint of trade’ (ticaret hakkının kısıtlanması) üzerine kurulmuş, Avrupa’daki transfer sisteminin geçerliliğini sorguluyordu. Yerel mahkeme futbolcunun dava konusunda haklılığını vurgulayarak, lehte karar verdi ve davayı bir üst mahkemeye, Avrupa Adalet Divanı’na havale etti. Dava Lüksemburg’da Avrupa Adalet Divanı’nda bir kez daha tartışıldı. 15 Aralık 1995’te futboldaki transfer sistemini altüst edecek karar çıkıyordu. Karara göre, günümüzde futbolun ekonomik sektör olduğu, futbolcuların sözleşmelerinin bitiminin ardından bonservis gibi kısıtlamalarla transferlerinin engellenmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığı vurgulanıyor, sözleşme sonunda serbest kalma hakkını tanıyordu.

Jean-Marc Bosman davayı kazanmıştı...

•••

Ancak futbolcu adına işler hiç de beklendiği gibi gitmedi. 26 yaşında başladığı hukuk sürecini 31 yaşında tamamlamıştı. Dava sürerken Belçika’nın alt liglerinde sürdürdü futbol yaşantısını, kısa bir süre Hint Okyanusu adası Reunion’da şansını denedi. Futbol kariyerinin sonlarına doğru Belçika takımı Charleroi onu kadrosuna dahil etti. Ancak geçmişte yaşananlardan dolayı kulüpler onu ‘yüksek risk’ kategorisinde görüyordu: Futbolun problemli çocuğu! Hangi kulüp, hakkını mahkeme kapılarında aramış bir topçuyu kadrosunda görmek isterdi ki!

Bir süre ayda 650 sterlin karşılığında takımda forma giyen Bosman, maddi sorunlar yüzünden eşinden ayrılmıştı.

Charleroi’daki evinin kirasını ödeyemeyecek duruma geldiğinde ailesinin evinin garajında yaşamaya başladı.

Futbolseverler arasındaki genel inanış, dava sonunda çok para kazandığı, evlere, lüks arabalara sahip olduğu yönündeydi. Oysa tüm servetini, davasını özetleyen “Who’s the Boz” (Patron kim?) adını verdiği t-shirt üretimine yatırmış ama o işten para kazanamamıştı. Zamanla sefalete düştü, alkol illetine bulaşmış ailesinden uzaklaşmıştı. Yalnızlık ve depresyonla geçen zamanlarda bir süre alkol tedavisi gördü. Hastaneden çıktığında en büyük zaferinin Bosman kuralı değil, alkol illetini yenmek olduğunu dile getiriyordu.

•••

Günümüzde 53 yaşında Jean-Marc Bosman, devletin verdiği 720 avro aylık ile hayatını idame ettirmeye çalışıyor. “Belçika’nın yetiştirdiği en önemli futbolcu muhtemel benim, ama kimseler beni tanımıyor!” cümlesi onu anlatıyor. Ve devam ediyor: “Aslında kural zengin kulüplere yaradı, onlar astronomik ücretler karşılığında istedikleri oyuncuları kadrolarına katarken küçük kulüpler hep kaybetti. Neticede esas oğlanlar ve diğerleri arasındaki fark giderek açıldı.

Aslında amaç bu değildi.”

Onu en çok üzen şey ise en zor zamanlarını birlikte geçirdiği, ‘Özgürlük Savaşçısı’ adını verdiği siyah labrador kopeğinin ölümü. “Beni hiçbir zaman terk etmeyen, en sadık arkadaşımdı, onu çok özlüyorum” diyor. Velhasıl futbolda devrim yaratan, kendisinden sonra gelecek futbol nesillerinin önünü açan, zamanın futbolcularının geçmiş zamanlarda hayal edemeyecekleri servetlere sahip olmasını sağlayan adam yoksulluk içinde hayata tutunmaya çalışıyor.

Yakında başlayacak yeni transfer sezonu, gazetelerin spor sayfalarında dudak uçuklatan rakamlar karşılığında bir kulüpten diğerine transfer olan topçuları okurken hatırlayın Avrupa futbolunu değiştiren futbolcunun hazin hikâyesini. O olmasaydı, Ronaldo’dan Beckham’a nicesinin hikâyesi farklı yazılırdı muhtemel.

Bu vesileyle, bizim futbol fakiri coğrafyada Bosman kuralından yararlanarak ceplerini dolduran, balon transferlerle kulüpleri borç batağına sürükleyen haris menajerleri ve kulüp yöneticilerini de unutmayın derim. Şimdilerde hesapsız harcamalar yüzünden nice köklü kulübün kapanma noktasına gelmesi kötü kader değil, olsa olsa kötü yönetilmektir, yazın bir kenara.