Uluslararası bir medya kuruluşunda çalışmaya başlayıp ilk maaşlarımla anamla babama bir “Avrupa turu” aldığımda 1988’di galiba. İkisi de ilk kez öyle çıktılar yurtdışına. Anam çok etkilendi gördüklerinden, yıllarca da yeri geldikçe anlattı mahallenin kadınlarına: “Bizim durumumuz eyi gı. Orada kavunu dilimle, elmayı taneyle alıyolar!”


Şimdi bizde anam; yazın kurutulan kurululardan kışlık yemekler yapmayı ve mutfakta ekonomiyi öğretiyor bana. Helga geçen gün “7 patatese 8 lira verdim” diye eve gelince, 35 yıl önceki gezisini anımsadı yine: “Aynı Avrupa gibi olduk!

Patatesi, soğanı, elmayı, portakalı taneye almaya başladık. O da alabiliyorsak!

Şimdi herkesin ağzında bu; bizim evde de başka evlerde de konu hep patatese kaç para verdiğimiz, elektrik ve doğalgaz faturamızın ne kadar geldiği!
Hepimiz faturaları konuşuyoruz. Muhalefet partileri, onların sesini yayımlayan kaç kanal kaldıysa artık, oralardan vatandaşın evine gelen faturayı vatandaşa anlatıyorlar.

Sanatçılar sosyal medyadan faturalarını paylaşarak muhalefet yapıyorlar! 2.550 TL geldi diyen var, 100 m2 eve 4.100 TL ödeyen, hatta 7.040 TL’lik fatura açıklayan!

Bu paylaşımların neye yaradığından emin değilim. Değilim, çünkü tesisatçılık yapan bir arkadaş ikiye katlanıp 300 lirayı bulmuş elektrik faturasından şikâyet ederken; “Nasıl evlerde oturup ne yakıyorlar ki, abi?” dedi. Dikkati zamların kendisinden başka bir yere kaymış!

Biz böyle orada burada, kâh kendi aramızda kâh sosyal medyada faturalara ve onu bize gönderenlere söylenip dururken, bıçağın kemiklerini deldiği insanlar sokaklara çıkmaya başladılar.

Geçen hafta, “Hava döndü” diye yazıp; “Memleketin dört bir yanından protestolar yükselirken, ‘işçiden yana esen rüzgar’ın baharı getirmeye yetmeyeceğini bilmek ve o rüzgar içinde, ona yön verebilen bir yerde de durabilmek gerekiyor”, dediğimden beri daha çok insan sokaklardaydı.

Ben yine de o sözümün arkasındayım!

En kitlesel (binler) protestolar Ağrı Doğubayazıt ve Mardin Kızıltepe’deydi. Kendiliğinden, lidersiz (!) sokağa dökülen ve en politik sloganları atan insanlar gördük: “Tayyip istifa!”, “Özel sektöre son!”

Özel sektöre son!

Güçlendirilmiş parlamenter sistem için birleşen muhalefetin tümünü aşan bir talep… Bunu, bu topraklarda örgütlü ve güçlü bir harekete dönüştürdüğümüzde, “Avrupa gibi”likten Avrupa’ya ilham veren olmamız işten bile değil!

Lidersiz, örgütsüz, kendiliğinden hareketlerle mi o noktaya geleceğiz?

Son yıllarda onca güzellemesi yapılan bu “lidersiz protesto”lar da son yıllara ait değil aslında. 14 Temmuz 1789’da Bastille’e yürüyenlere kim önderlik ediyordu ki? Robespierre, Danton ve diğerleri Fransız Devrimi’nde daha sonra ortaya çıkan isimler değil mi?

Şimdi bizde ve başka yerlerde sürekli yükselen kadın hareketlerinin lideri kim? Ya da bir polisin George Floyd’u dizinin altında soluksuz bırakmasının ardından yayılan protestoların lideri? “Lidersizlik” güzellemelerine yol açan o hareketler lidersiz mi yoksa “liderlerle dolu” mu?

1960’ın Öğrenci Şiddetsiz Koordinasyon Komitesi’nin (SNCC) eski organizatörlerinden Robert Moses’in dediği gibi; “Liderlerinizin nerede olduğu konusunda endişe etmenize gerek yok. Eğer dışarı çıkıp insanlarınızın arasında çalışırsanız, liderlik de çıkacaktır!

Şimdi, motorkuryeler, fabrika işçileri veya fatura protestosu için sokağa çıkanlar arasında da böyle şeyler oluyor. Sol siyasal özneler, ya onlar arasında onlarla hemhal olup sorunlara çözümler de geliştirerek siyaset yapacak ve Avrupa’ya da ilham verecekler ya da bu dalganın da gerisinde kalacaklar!