ABD ve AB'nin 'renkli devrim' projesi Belarus'ta başarılı olsaydı eğer, bugün Polonya üzerinden yaşanan 'sığınmacı' temalı kriz de olmayacaktı. Aksine Belarus'ta bir şekilde var olan Sovyet esintili sol sosyo-ekonomik model çökertilecek, yerini Batı tipi neoliberal modelin alabilmesini teşvik için fonlar akıtılacaktı. Olmadı.

Öncelikle belirtmeli ki, AB'nin Belarus ile yaşadığı 'sığınmacı krizinin' çok ötesinde. Ortadoğu'da Türkiye'yi yöneten siyasi heyetin doğrudan müdahilliğindeki başarısız rejim değişiklikleri sürecinin sonucu olarak 2015'te yine Ankara'nın 'kolaylaştırıcılığında' 1.8 milyon göçmeni parasını da bastırarak almak zorunda kalmış Avrupalılar, bugün 2-4 bin göçmen yüzünden ayaklanıyorlarsa, arkasındaki nedenlere daha yakından bakmalı.

HUKUK KRİZİ YAŞANAN POLONYA YİNE 'MAZLUM EVLAT'

Bu krizde Sovyetler'in çöküşü sürecinde yaratılmasına katkıda bulundukları koyu Katolik, sağcı ve muhafazakar Polonya'nın, tekrardan Avrupa'nın 'mazlum evladı' olması ne manidardır! Daha düne kadar Polonya ile 'hukuk ve değerler' krizi yaşayanlar, şimdi Belarus söz konusu olduğunda 'Avrupa'ya açılmış hibrit savaşla mücadele' başlığı altında Varşova'nın arkasına dizildiler. Birkaç bin sığınmacı için NATO'nun 4'üncü maddesini de içerecek şekilde Belarus'a yağdırılan tehditler eşliğinde sergilenen duyarlılık doğrusu insanı duygulandırıyor. 9 Kasım'da Berlin Duvarı'nın çöküşünün yıldönümünü kutlayanlar, kendi hukukunu AB'nin üzerinde sayarak Avrupa'yı kızdıran Polonya'nın Belarus sınırına 180 kilometre uzunluğunda 5.5 metre yükseklikte duvar örmesini de timsah gözyaşlarıyla izleyecekler muhakkak ki. Ne de olsa mallar ve dahi şirketler duvarları aşıp geçebiliyorsa eğer, gerisi teferruattır. Belarus örneğinde tam olarak geçemiyor.

GÖKLERİN SIĞINMACILARI

Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko'nun "Ey Avrupa, kapıları açarız, 3.6 milyon mülteciyi sizlere göndeririz" demişliği yok. Zaten ortada 3.6 milyon sığınmacı da yok. Polonya, OHAL bölgesi ilan ettiği Belarus sınırına Avrupa Komisyonu'nu almadığı gibi gazetecileri de sokmadığından tam durumu bilmiyoruz ama Irak, Suriye, Yemen ve Afganistan'dan 2-4 bin kadar insanın bulunduğu tahmin ediliyor. Avrupa'ya ulaşmak için ha bire batıp duran teknelerle değil, uçak bileti alarak Minsk'e gidiyorlar. Uçak seferleriyle artık ne kadar 'kitlesel göç' olursa... Ne ki Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in vaktiyle birlik içinde göçmen paylaşımına itiraz etmiş Polonya'nın topraklarından geçip gidecek insanlara dahi tahammül edememesi dikkat çekici.

Neyse ki Avrupalılar bu 'havayolu göçüne' karşı 'parlak' bir plan geliştirdiler. En başta parasını bastırıp sığınmacı deposu kıldıkları Türkiye'nin ulusal havayolu şirketi THY'ye Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü kararıyla Iraklı, Suriyeli ve Yemenlilere bilet satışını kestirdiler. Afganları Taliban hallediyor zaten! Bunu her daim eleştirdikleri Türkiye'nin her fırsatta Batı dünyasına 'insan hakları' dersi vermeye meraklı liderliği üzerinden yapmaları da müthiş! Türkiye, Avrupa adına belli bir kimlik ve vatandaşlık aidiyeti taşıyan insanların bilet satın alma hakkını hop diye ellerinden alıverdi. Avrupa karşılığında teşekkürlerini iletti. Artık Batılı STK'larının raporlarına bu ayrımcılığı yazmalarını bekleyeceğiz.

NEDEN BELARUS?

Çünkü bir yıl dört ay önce Minsk'te planlanan 'renkli devrim' gerçekleşmedi. Atlantik Konseyi'nin teslim ettiği üzere 'çok fazla barışçıydı'... Belki de Ukrayna Meydan'da olduğu gibi Gürcistan'dan keskin nişancılar işe koşulamadığından... O dönemde Batı ile yakınlaşma yanlısı benzerlerinin akıbetlerini unutmuş Lukaşenko, 9 Ağustos 2020 seçimi öncesi Batılı istihbarat servislerinin pişirdiği 'Wagner komplosu'nu neredeyse 'yiyecekti'. Lukaşenko, Trump'ın Dışişleri Bakanı Pompeo ile iş pişirme psikolojisindeyken, durumu fark edip 'direkten döndü'. Kendisi, bugün hapiste bulunan Babariko'nun aksine Batı'da sunulduğu üzere Putin'in Minsk'teki tercihi de zaten değildi.

Velhasıl 9 Ağustos seçimlerini 'renklendirme' işi tutmayınca, klasik Batı politikası icabı derhal yaptırımlar devreye sokuldu. Bugünkü 'sığınmacı' temasının zeminini döşeyen yaptırımlar da geçen mayıstaki 'Ryanair komplosu' ile geldi. (mayıs ayındaki aktarmıştım. https://www.birgun.net/haber/belarus-hava-korsanligi-ve-kuyruklu-yalanlar-346604 )

Özetle, şaibeli bir bomba ihbarı nedeniyle havacılık uygulamalarına uygun olarak bizzat pilotların kararıyla Minsk'e inen Ryanair uçağında, Batı'nın sürgünde kurdurduğu hükümetin aşırı sağcı bir ajanı olan ve hakkında tutuklama kararı bulunan Roman Protaseviç ve kız arkadaşı vardı. Elçilik bastırıp Julian Assange'ı karga tulumba çıkartanlar Lukaşenko yönetimi iki kişiyi tutuklayınca kıyameti koparttı. Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü'nün Ryanair vakasıyla ilgili hala doğru dürüst rapor hazırlayamamış olması ne manidardır.

Ancak Batı medyası olayı 'Belarus'un muhalif yakalamak için uçak kaçırması' olarak sundu. Olayın Belarus ulusal havayolu Belavia ile de alakası yoktu ama Avrupa'nın yaptırımları devlet şirketini hedef aldı. Belavia Batı'ya uçmaktan, hava sahasını kullanmaktan men edildi. Devlet şirketi bedelini çalışanlarının ödeyeceği bir pozisyonda kaldı.

Belavia bu işten parlak bir fikirle sıyrıldı denilebilir. Mecburen kendisine Ortadoğu'dan yeni rotalar ve müşteriler bulmak durumunda kaldı. Belarus devleti de AB üyeleriyle görece gevşek sınırları bulunmasını kendisi için faydaya çevirip vize kolaylıkları sağladı. Ortadoğu'da Bağdat, Dubai'den, İstanbul'dan Minsk'e uçuşların patlaması bu şekilde gerçekleşiverdi. Malum, 21'inci yüzyılda böylesi kolaylıklar eşyanın tabiatı icabı, liberal dünya düzeninin Batı standartlarında hareketlerinden sayılmalı. Mesele Belarus olmasa...

Lukaşenko intikam için böylesi bir yolu seçmiş olabilir mi, doğrusu bilemiyorum. Ortada somut olgusal bir kanıt yok. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, 'Lukaşenko liderliğinde kaçakçılık şebekesinden' söz ediyor ama kuvvetle muhtemel ki insan kaçakçılarının merkezleri Avrupa'dan başka bir yerde de değil. Hem misal Polonya'nın ABD işgalinin arkasına dizilerek yıkılmasına hizmet ettiği Irak devletinin yurttaşlarını en azından transit yolcular olarak alarak bedel ödeyebilmesi hakkaniyetli bile sayılabilir. -ABD'nin 'liberal müdahaleci yıkım politikalarının destekçisi olmayan Avrupa ülkelerini en azından bu bağlamda tenzii etmek lazım-.

UKRAYNA'DAN ESİNLİ BELARUS TEHDİDİ VE ÇÖZÜMLERİN ADRESİ

Neticede şimdi göçmen akışını Avrupa yaptırımları nedeniyle kesemeyeceklerini söyleyen Lukaşenko AB'siyle NATO'suyla 'savaş pozisyonu' alan Batı'ya daha keskin bir mesaj yolluyor. Avrupa'da enerji fiyatları bu kadar yüksek seyrederken, Yamal hattından geçen doğalgazı kesebileceklerini söylüyor. Ne tesadüf ki, Rusya'ya aleni düşmanlık yaparken Rusya'nın gazını kendi gazı gibi gören Ukrayna da vaktiyle aynı tehdit savurmuştu.

Tahmin edilebileceği gibi Batı bu krize Rusya Federasyonu'nu da karıştırmaya çalıştı. Mesele Batı'nın Ortadoğu'daki yıkım politikaları değil de bir 'havacılık krizi' gibi sunulunca Rusya'ya yönelttikleri suçlamaların altı da boşalıverdi. Rus ulusal havayolu şirketi Aeroflot'un bu rotalardan uçuşları olmadığından 'ayazda kaldılar'. Avrupalılar görebilirlerse sorunun çözümü yine Moskov'da. Tabii şu sıralar ABD ve NATO tarafından Ukrayna ve Karadeniz üzerinden saldırganlık riskleriyle karşı karşıya kalan Moskova, kuvvetle muhtemel ki daha temkinli duracaktır.

HER DİKTATÖRLE OLUYOR DA 'PATATES DİKTATÖRÜYLE' NEDEN OLMUYOR?

Bu hengamede işe şu soru sorularak başlanabilir: Dünyanın birbirinden 'renkli' diktatörüyle, ülkelerinde sosyo-ekonomik eşitsizlikleri Batı şirketlerinin yararına kalıcılaştırabilen sultanlarla yakın çalışabilen, gerektiğinde sığınmacılar için parasını bastırabilen Avrupalılar, nasıl oluyor da tatillerini patates çiftliklerinde çalışarak geçirdiği için 'patates diktatörü' diye de anılan Lukaşenko ile çalışamamaktadır.