‘Barış, Ekmek, Gül’ sloganıyla Viyana'da gerçekleştirilen Avrupa Sol Partisi kongresi solun savaş, iklim krizi, neoliberal tahakküm konularında kafa karışıklığını bir kez daha gösterdi. Tüm çalışmalarda referans noktasının sınıf eksenli olması bir zorunluluk.

Avrupa solundaki kafa karışıklıkları
Avrupa Sol Partisi’nin kongresine 40’a yakın ülkeden 350’den fazla delege ve çok sayıda davetli katıldı. (Fotoğraf: BirGün)

Oğuz TÜRKYILMAZ

Avusturya’nın başkenti Viyana’da 9-11 Aralık tarihlerinde yapılan ve SOL Parti delegeleri olarak Başkanlar Kurulu Üyesi İlknur Başer ile birlikte katıldığımız 7. Avrupa Sol Partisi (ASP) Kongresi pek çok açıdan önemliydi. Bu ASP'nin yüz yüze katıldığım ilk toplantısı olması açısından iyi bir tecrübe oldu. 40'a yakın ülkeden 350’den fazla delege ve çok sayıda davetlinin katıldığı kongre, akerdeon çalan kadın bir sanatçının şarkıları ve yıllardan beri dudaklarımızdan düşmeyen Avusturya İşçi Marşı ile heyecanlı bir şekilde başladı. Düzenleme komitesinin bana açılıştan biraz önce bildirdiği Başkanlık Divanı’nda görevlendirildiğim haberi de, başka bir sürprizdi. Divandaki üç kadın arkadaş her şeyi hallettikleri için, bana yapacak bir iş kalmadı.

Açılış oturumunda ASP Başkanı Alman Die Linke’den Heinz Bierbaum’un konuşması kongreye sunulan siyasi raporda yer alan ve delegelerin önemli bir bölümünün de benimsediği görüşleri içeriyordu. ASP Kongresine sunulan rapor ve belgelerle ilgili tartışmalar, kongre öncesi yapılan toplantılarda büyük ölçüde sonuçlandırılıyor. Kongre kararları ise kongre esnasında toplanan Kararlar Komisyonunda biçimleniyor ve tartışmaya açılmadan kongrede oylanıyor.

SOL İÇİNDEKİ SOLCULAR

Üyesi ve temsilcisi olduğum SOL Parti, siyasi raporda yer alan bazı değerlendirme ve önermelere daha sol bir bakış açısı ile yaklaşmakta. Bir çok ASP üyesi partide, Rusya-Ukrayna savaşı ile ilgili olarak, savaştaki ABD/NATO/AB müdahalesini yeterince dikkate almayıp, hatta görmeyip, tüm sorumluluğu Rusya’ya atma eğilimi var. Bu yaklaşımı eleştirenler ise bizim dışımızda İspanyol Komünist Parti ile İtalyan Komünist Yeniden Kuruluş Partisi’nin temsilcileriydi. Kıbrıs’taki AKEL adına konuşan kadın delege, Avrupalıların beyaz tenli, sarı saçlı Ukraynalı mültecileri bağırlarına basarken, farklı renkteki Asya ve Afrika kökenli mültecileri açık denizde ölüme terk etmelerindeki çifte standarda dikkat çekti. AKEL delegesi, NATO üyelerinin, NATO Üyesi olmayan Kıbrıs’ı silah deposuna çevirmelerine de işaret etti. YKP delegeleri Murat Kanatlı ve eşi ile de sıcak sohbetlerimiz oldu.

CORBYN’E NE SORDUM?

Kongrenin son gününde eski İngiltere İşçi Partisi Başkanı Jeremy Corbyn heyecanlı ve etkileyici bir konuşma yaptı. Konuşmasında kamulaştırmayı yalnız enerji sektörü ile sınırlı tuttu. Toplantı bitiminde, dışarıda kendisine kamulaştırmayı neden enerji ile sınırlı tuttuğunu ve diğer hizmetleri (eğitim, sağlık vb.) kapsamadığını sordum. Yanıtı "sen çok zor şeyler istiyorsun, çok güç" oldu.

Siyasi raporda, iklim krizi ile mücadelede ise kapitalist sistemin programlarını toptan reddedip solun toplumcu programlarını önermekten daha çok sistemin yeşil dönüşüm(!) söylemine işçi haklarını eklemek kurgusu ağır basıyor.

SAVAŞA HAYIR, ABD VE NATO’YA DA

Kongre kürsüsünde, SOL Partinin politikaları doğrultusunda, Rusya-Ukrayna Savaşı ile ilgili olarak bakış açımızı anlattım. Avrupa'da, ABD'nin NATO aracılığıyla Rusya'yı zayıflatma ve çevreleme, askeri operasyonları kışkırtma ve kamuoyunu düzenin medyasıyla yönlendirme politikalarına dikkat çektim. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın tetiklenmesinde ABD/NATO'nun rolü ihmal edilmemesi gerektiğini söyledim. Elbette ,"savaşa hayır" dediğimizi ve Rusya'nın Ukrayna'daki işgaline son vermesini istediğimizi vurguladım. Ancak bu talebin, ABD/NATO saldırganlığına karşı güçlü bir muhalefet ve Avrupa ülkelerinin de savaşa katılımlarına son verme, ABD'nin talimatlarına uymayı bırakma ve bu saldırı örgütünden çıkma ve NATO'yu dağıtma talebiyle birlikte aynı anda dile getirildiğinde anlamlı olacağını belirttim.

ROTA SINIF EKSENLİ OLMALI

Neoliberal uygulamalarla ilgili olarak, tüm çalışmalarımızda referans noktasının, işçi sınıfının hak ve çıkarlarının korunmasına dayanan sınıf ekseni olması gerektiğini kaydettim. Neoliberal hegemonyanın hükümetlerin sosyal ve refah sorumluluklarını ortadan kaldırması ve sosyal hakların altını oymasının, ülkeler içinde ve arasında sosyoekonomik eşitsizlikleri arttırdığını ve yoksulluğu yaygınlaştırdığını belirttim. Bu durumun otoriter rejimlerin ve eğilimlerin, aşırı sağ partilerin yükselişinin ve etnik ayrımcılığın temel nedeni olduğuna işaret ettim.

YEŞİL DEĞİL TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM

İklim krizi ile ilgili olarak, insani, toplumsal ve doğal yaşam üzerinde yıkıcı etkileri olan krizin, kapitalist sürekli meta üretimi ve tüketiminin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu aktardım. Sera gazları salımının azaltımı için önerilen piyasa temelli mekanizmaların, salımların azaltılmasından ziyade finansal sektöre ve şirketlere hizmet eden izinlerin ticaretine yol açtığını dillendirdim. Avrupa Yeşil Yeni Düzeni’nin, egemen kapitalist sınıfların sömürüyü sürdürmesi için yeni bir yöntemi olduğunu vurguladım.

ASP’ne iklim ve çevreyi değil, sermaye birikimini koruyan ve şirketlerin sera ve diğer kirletici gazları yaymaya ve doğal varlıkları sömürmeye devam etmelerine izin veren bu tür piyasa temelli yaklaşımlara karşı çıkmaları konusunda dikkatlerini çektim. Yeşil dönüşüm vb. hayaller yerine toplumcu dönüşüm programları üzerinde yoğunlaşma çağrısında bulundum.

ŞAŞIRDIĞIM NOKTALAR

Avrupa Sol Partisi (ASP) çalışmalarına ilk katılmam iki sene öncesine gider. 2020 Kasım ayında ASP’nin Transform Europe ile birlikte düzenlediği, “Avrupa Dayanışması ve Dünya Barışı “ temalı 4. Avrupa Forumu kapsamında düzenlenen Doğu Akdeniz’de Güncel Durum konulu yuvarlak masa toplantısına SOL Parti adına katılmıştım. Toplantıdaki SYRIZA temsilcisi milletvekili ve Yunanistan’ın eski dışişleri bakanı, Kıbrıs AKEL’in temsilcisi de milletvekili ve eski bir bakandı. Söylemlerine bakılırsa, solcu partilerin toplantısında olduklarını unutmuş ve devletlerarası bir toplantıda konuşur gibiydiler. Bu üsluba çok şaşırmış ve eleştirmiştim.

Daha sonra ASP platformlarında çalışmalarımı, Ortadoğu, Akdeniz, Uluslararası İlişkiler, Kamu Hizmetleri ve Çevre Çalışma gruplarında sürdürdüm. Toplantılarda 70’li yıllarda mücadelelerini anlatan bir kitabın çevirisine katkı koyduğum Polisario’nun temsilcileri ile yarım yüzyıl sonrada olsa tanışmak, düzenledikleri bir eyleme destek mesajı göndermek heyecan vericiydi. Filistin sorunu konusunda bağırarak birbirleri ile sürekli atışan Arapların çekişmelerinin nedenlerini anlamak hiç de kolay değildi.

Toplantılarına katıldığım, çevre ve kamu hizmetleri çalışma gruplarında, konularında birikimli uzmanların görüşlerini dinlemek benim için önemli bir deneyim oldu. Bütünü ile uzaktan sanal katılım yöntemiyle yapılan çalışma grupları toplantılarında beni düşündüren başka bir husus da, ASP’li arkadaşların nerede ise Türkiye’yi tek şahısa indirgeyen genellemeleri ve ülkedeki sınıfsal baskı ve mücadeleyi görmezden gelip, yalnızca Kürtlerin baskılara hedef olduğu yolundaki yanlış algıydı.