Her ne zaman “bizim zamanımızda” ile başlayan cümle kurarsın, ne zaman senin yaşında futbolcu kalmaz, çıplak gözle izlediğin futbolcular teknik direktör olur, artık eski neşesi kalmadı tribünlerin dersin, açıp unutulmaz maçları izlersin işte o an yaşlanmaya başladığın andır. O vakit geldiğinde eskiyi özlemeye başlarsın. Şahit olduğun ve olamadıklarını.

Her takımın efsaneleri vardır. Efsane oyuncular, efsane maçlar, efsane şampiyonluklar, efsane yöneticiler... Türk Dil Kurumu “Olağanüstü bir başarı elde etmiş kimse, kurum.” diyor efsane için. Oysa nazarımda efsane olmak için sadece başarı yetmez. Ne zaman ki başarın kadar duruşunla da var olursun işte ancak o zaman efsane olursun. Bizim efsanemiz de Metin Oktay’dır. Sorun taraftara neden severler Kral’ı? Çok az kişi size ağları deldiği için, gol kralı olduğu için der. Çoğunluk size mütevazılığından, adamlığından, efendiliğinden bahseder.

İzmirli bir ailenin sekiz kızından sonra dünyaya gelmiş dokuzuncu çocuğudur Metin. Memleketinde yetenekli bir futbolcu olarak tanınıp mahallelinin topladığı paralarla milli takım kampına gitse de ilk önerildiği Beşiktaş tarafından reddedilir. Hem de Baba Hakkı’nın ceketini dolduramayan dar omuzları yüzünden! İstanbullu yöneticiler tarafından pek de bir şeye benzetilmeyen genç adam sonunda Galatasaray Teknik Direktörü Gündüz Kılıç’ın ilgisini çeker ve bonservis bedeli tefeci dolandırılarak bulunur. Metin’e de bir araba verilir ücret olarak ve Kral’ın Galatasaray macerası başlar. Sonrası futbolseverlerin malumu. Efsane olur Metin Oktay.

Peki neden sever bir Galatasaraylı Metin Oktay’ı? Ezeli rakibin ağlarını deldiği için mi? Sanmam.
“Futbolcu dediğin ya gol atacak ya da attıracak” felsefesiyle çıkıp her şeyini ortaya koyan, takım ruhu için severiz.
Ağaları yırtan golü attıktan sonra delik belli olmasın diye şemsiye ile o kısmı kapatmasındaki saygısı için severiz.
Kendisine tekme atan rakibe kin duymamak için dönüp bir daha bakmayacak kadar insan olduğu için severiz.

Tüm futbol hayatı boyunca sadece bir kez kırmızı kart görüp bir kez de oyundan çıkarılacak kadar centilmen olduğu için severiz.
“Rakamı sen yaz” diye uzatılan transfer tekliflerine “Sevenlerimizi üzmeyelim.” diyecek kadar yüce gönüllü olduğu için severiz.

Palermo’ya gittiğinde çektiği memleket özlemi için; Emirgan’da çay içmeye hasret naifliği için severiz.
Yıllar sonra bile ağları delen efsane gol sorulduğunda, “Benim golüm tarihe geçti ama bu biraz da Fenerbahçe’nin büyüklüğündendir.” diyecek kadar yüreğe sahip olduğu için severiz.

Maç boyunca kendisini çok iyi marke eden genç futbolcu fotoğraf çektirmek istediğinde “Asıl ben seninle fotoğraf çektirmek isterim.” demesindeki mütevazılık için severiz.
Gördüğü tek kırmızı kartta rakibe attığı yumruk yüzünden, “Ben futbolu bırakıyorum, taraftarın yüzüne nasıl bakarım?” deyip rakip tribünlerin önünde eğilip özür dilemesindeki adamlık için severiz.

“Ya Galatasaray ya ben!” dendiğinde tereddüt etmemesindeki takım aşkı için severiz.

Jübilesinde Fenerbahçe forması giymekten bir an bile tereddüt etmemesindeki saygısı için severiz.

13 Eylül Kral’ın aramızdan ayrılışının yıldönümü. Kaçıncı yıl, saymıyorum. Çünkü biliyorum ki Metin Oktay ruhu diye bir şey hep var. Biliyorum ki her Galatasaraylı her parçalı formada onu görür. Biliyorum ki ne zaman avcumuzu kalbimize koysak onu anarız. O gün atılan her gol Kral’a yazılır. Golü atanın değil Metin Oktay ismi bağırılır; avuç kalpte, bakışlar hafif yerde... Bağırırız hep bir ağızdan “Taçsız Kral Metin Oktay tek aşıydı Galatasaray. Senin gibi Cimbomlu’yu unutur mu bu taraftar?”