Ay çıkmazı

BURÇAK SEL

Renkler bırakmamaya başlamış Elife’nin elini bir süredir. Yumak da giderek ufalmış, ufalmış. İp bite yazmış. O gece. Birkaç sıra döndükten sonra son ilmek gözükmüş hatta. Şöyle, başını kaçırmadan narince, bir elindeki şişin içinden çekti mi onu da tamammış artık.

Şah'ım arşa çıkmış yeri zordadır
Her zaman bakarım gönlüm yardadır
Kul hakkın'yemişler emek zaydadır
Ay geçti yıl geçti yetişemedim

Pir Sultan Abdal

O gece, çıkabileceğine aklı kesmiş. Senelerce, herhangi bir yılın en uzun gecesine denk getirmeyi istediği bu şölene hazırmış artık. Renk, işareti vermiş. Bir gıdım aklının olmadığını düşünenler bekleyedursunlar, Elife yetişebileceğine kani olmuş. Yılın en uzun gecesi, Zemheri’nin gerçek habercisi olduğunu fısıldamış bu sefer kulağına. Daha bundan sonrası ay ucunda bayrammış bayram.

Nasıl beklemiş nasıl bu anı ama. Öre öre. Elindeki demirlerin birinden diğerine sonsuzca geçirmiş sıraları. Bir, birinden saymış; bir, diğerinden. Yanlışlık olur da yer’de kalır bundan böyle diye. İpi denkleyen boynu eğrilmiş bu uğurda. Uğraşı, deve hörgücünü andıran bir tümseklik armağan etmiş hatta. Parmakları su toplamış. Patlayan suların altı nasırlamış. İpin daha fazlasının yumakta kaldığını görmüş çoğunca ama. Yine de bir gün olsun bırakmamış elinden. Bir türlü sonunu getireceğine, üzerine kurulup da şöyle, aşağıyı seyredeceğine aklı kesmese de hiç vazgeçmemiş örgüsünden. Sarı sarı ovaları, dağları, çam kokulu ormanları, şakıyarak akan ırmakları, ışığın kendini zor ışıttığı haneleri, dünyanın neyi varsa işte yukarıdan bakıldığında tüm herşeyini bir dinginlikle seyretme arzusundan alamamış kendini. Lâkin, bazen, akıp gideceğine bir buz kalıbı gibi üzerine çökmüş geçen zaman o ördükçe. Kötü zaman, alırmış hayatın rengini çünkü. Tüm bu zamanlarda solgun düşmüş Elife. Örgüsü gibi. Bu vakitler geçsin gitsin istemiş. Ama gitmediği gibi gün olmuş yaşamının her yerini tıkamış. Şeyda bülbüllerin üzerine miskin bir devranın ağırlığı çökmüş sanki. Ötüp de Elife’nin yoluna renk vermesinler diye. Yine de örmüş durmuş yalnızca. Kâh telaşa koyulmadan aheste aheste. Kâh kovalayanı varmış gibi rüzgarcasına. Kimi kez hüzünle, gözyaşıyla; kiminde neşeyle. Ömrün başa getirdiği, hayatın al yaşa diye verdiği her hâlle. Ama en çok sabırla. Durmadan örmüş. Elinin altından dizlerine, oradan hep oturduğu döşeğe, döşeğin üzerine kurulu olduğu eyvana, oradan avluya ve avludan dünyalara kadar uzanan bu yol’un kendini başka bir diyara taşıyacağı umudunu yitirmeden örmüş gitmiş.

Can Can diye türküler yakmış oturduğu yerden. Araya renk girmiş bu sefer. Örgü renklendikçe şakır gibi olmuşlar bizim bülbüller. Öttükçe örgü hızlanmış. Hızlandıkça uzamış. O kadar uzamış ki hatta karşıdan rengarenk bir su yılanını andırır gibi olmuş. Her kıvrımı bir seneyi işaretlemiş. Her sene de kendinin en uzun gecesini. Ama renk koyuldukça geri susmuş bülbüller. Hüsnün bağına hasret kalmış zavallılar. Tabii örgüsü de yavaşlamış. Dura dura çekmiş, kısalmış hatta. Koyulmuş. Eski diriliğini yitirip kas katı kesilmiş. Küçücük kalmış adeta. En uzun gecesi yitikler gecesi olmuş senelerin bu sefer de. Elife’nin de başına aklar düşmüş. O tokaç gibi, simsiyah saçı, arkadan bakıldığında yerlerde sürünen, bir çile yünü andırır olmuş da bana mısın dememiş örgüsü yine de. Renk gelecek de örgü şen olup şahlanacak, çıkaracak onu diye aylar yıllara, yıllar bir ömre karışmış gitmiş. Karayla bitmese bari diye yalvarmaktan lâl olmuş dili. Koyulukları daha çok diye az kabuslara gark olmamış. Az ter içinde uyanmamış kötü bir renk, kırıp atacak elindeki örgü demirlerini ortadan da yol yine uzayıp duracak diye. An be an kara bir düğümün kendinden başlayarak tüm umutlarını alıp götürmesinden korkmuş. Bu kez Şahım Şahım diye türküler çığırmış. Araya bir iki renk girdikçe yine canlanır gibi olmuş örgüsü. Geri gevşemiş. Uzayıp sünmüş. Hışır hışır olup tam tavına gelmiş. İnsanın içinden üzerine basacağına, elleriyle okşayısı gelirmiş bunu. Elife’nin de başındaki kimi ak teller koyulmaya başlamış.

Renkler bırakmamaya başlamış Elife’nin elini bir süredir. Yumak da giderek ufalmış, ufalmış. İp biteyazmış. O gece. Birkaç sıra döndükten sonra son ilmek gözükmüş hatta. Şöyle, başını kaçırmadan narince, bir elindeki şişin içinden çekti mi onu da tamammış artık. Aceleye mahal yokmuş ancak. İncelikle yapmak lazımmış. Aksi taktirde son düzlükte onca zamanın emeği zayi olurmuş Elife’nin. Yâr Yâr demiş dilindeki türkü bu sefer. Becerebilmiş de. İlmeği çekip çıkarmış. Allı morlu bir ilmeği yakalayıvermiş hem de. İp de tam tamına yetmiş zaten. Buraya değin kaç sıra döndüğünü sayacak olmuş bi. Vazgeçmiş. O kadarını sayamazmış. Kendinde bir şeyi düğüm düğüm ilkmeye, bir yolu sonsuzca örmeye derman bulmuş da ardı sıra bakmaya yeltenememiş. Geriye bakıp da saymaya ömrü yetmezmiş çünkü. Şimdiye kadar arkasına kulak assa, bugünü nasıl olur da görürmüş hem. Ama Elife, bu son ilmekte yüreğinin, karanlık kısımlarına meydan okuyan, gözlere en yakın rengini görmüş. Ömürce bir bekleyişin ödülünü eline nihayet veren bir sonmuş işte bu. Tüm dertlerin şifacısı bir şamanım ben dese inanırmış Elife ona. Bir küçücük minnacık ilmek, uzun çok uzun, kaç sıra olduğu, bilinemeyecek kadar uzun bir örgünün ve onu kamer’e yoldaş edecek bir yolun başlangıcı da olacakmış. Tüm hoyratlıkların sonunu getirecekken hem de. Yeryüzüne sığmayan ruhunun asuman hasretine son verecek en uç kısım gibi bir son ilmek… Hani nasıl muhteşem bir başlangıcı müjdeleyen tellalın sesi, dağ ova gürül gürül yankılanırmış bahtsız geçmişten öç alırcasına; bu sonuncusu da işte kendinden önceki tüm sıkıcı renklerin hesabını görür gibiymiş. Öyle canlıymış. Öyle cıvıl cıvıl.

Sıra kesmeye gelmiş örgüyü. Belini geriye doğru esneterek kütürdetmiş. Dikkatlice tüm ilmekleri birbirinin içinden geçirmiş. Aralarına yeterli genişlikleri verip, örgünün bittiği sıradan büzüşmesini engelleyerek en sona gelmiş. Son ilmeği koca bir halka oluncaya dek gevşetmiş. İpin arta kalan kısmıyla halkayı en altından düğümlemiş. Sıkıca. Takılırlar diye makasla örgünün tüm kırpıklarını kesmiş. Boydan boya silkelemiş bir güzel. Kendine acısıyla tatlısıyla ahbaplık eden el emeği göz nuru hazırmış artık. Hem ferahlamış hem heyecanlanmış aynı anda. Her daim çıplak olan topak ayaklarının altını birbirine sürüp oturduğu yerden yekinmiş. Nefesini her zamankinden daha derin almış. Bu kez, üç sefer bismişah demiş Elife. Bismişah. Bismişah. Bismişah. Halkayı fırlattığı gibi tutunmuş hedefine. Hem de tek seferde. Örgü evrenin en görkemli çarşafı gibi sallanmış altında. Kımıl kımıl. Örgü, dünyanın en uzun yolu gibi serilmiş altına. Kıvrım kıvrım. Ardından bir bir tırmanmaya başlamış örgüden yukarı. Nihayet yerine ulaşıp oturmuş. Keten gömleği soyunup diğer ucuna asmış. Oh’etmiş elini döşüne sürerek. Başlamış ayaklarını sallayarak seyreylemeye alemi. Çırıl çıplak. Ne kadar yıldız varsa gökyüzünde o gece, ay’a dilek tutmaya geldiğini sanmışlar bir kadının. Gecenin en uzun yerinde, bir kadının. Kara saçlarının içinde akları tel tel olup da seçilen Elife’nin. Ay ucundaki bu, topraktan geldiği düşünülen insanın, aslında onun eksik kalmış bir parçasını tamamladığını hiç bilemeden.