Demokrasimize soğukluk geldi. Oysa ne kadar çok sevinilmişti açılımlı sıcak günlere. Herkes büyük umutlara gark olmuş ve en iri sözler, cümleler bulunup demokrasi kahramanı...

Demokrasimize soğukluk geldi. Oysa ne kadar çok sevinilmişti açılımlı sıcak günlere. Herkes büyük umutlara gark olmuş ve en iri sözler, cümleler bulunup demokrasi kahramanı lidere tak takıştır olarak yapıştırılmıştı. Güç pekiştikçe, niyetler de netleşmeye başladı. Herkes bu pekiştirmenin etrafında konumlandı. Ayağını iktidara göre uzatanlar (yazanlar), kendilerine sunulan kısmi refah içinde her türlü baskı ve şiddeti hayra yormayı iş haline getirdiler.

Türkiye entelijansiyası ise kendi kariyer planlarına demokrasi mücadelesini kurban ederek, iktidara sunduğu destek ile tüm özgürlükleri bir liderin iki dudağı arasına emanet etti. Hiçbir konuda vebal ve sorumluluk taşımayan bu kesimin gönüllü teslimiyeti, bugün canı yanan binlerce insanın, cezaevlerine doldurulan tüm muhaliflerin, öldürülen her gencin, çocuğun, kadının ve sansürün bir parçasıdır.

Ön görüsüzlük ve doğmamış çocuğa don biçme hali, “cuntacılar yargılanıyor, bunu hayal bile edemezdik” tarzı bir taktiksel kutsama ile işini iktidara teslim etmenin bahanelerini üretenlerin, yıllardır yürütülen hak ve özgürlükler mücadelesini iç etmeleri, ödenen bedelleri yok saymaları çok açık ki ruh teslimiyetinden başka bir şey değil.

Bu ruh teslimiyetini ancak sol’u aşağılayarak, kirleterek ve kendini inkâr ederek yapabileceğine inan bir kesim de az değil.. Sol’u “gerici” olmakla suçlayarak işe başlamak biraz da bu yüzdendir. Lanetlemeden “yeni” olunmayacağına dair burjuva genişliği, siyasi elitizmi elinde bulundurma ve üstte olma hali, bir tür iktidar benzeşmesidir. “Üzüm üzüme baka baka kararır” sözü, belki de bu durumu en iyi özetleyen atasözüdür.

Öte yandan; yükselen muhalefeti kendisi için bir fırsata dönüştürme gayreti, memnuniyetsizliği bir potaya aktararak “çare” olma iddiası bir siyasi kalpazanlığa dönüşürken, sol’u “muhafazakâr ve gerici” ilan edip, kurdukları partiyi “yeni” ile yağlamaya kalkmak popülizmin dibi olsa gerek. İktidar kuyrukçuluğu hiç kimseyi iyi bir yere götürmüyor maalesef. 

Bu bir sonuçtur elbette. 

İktidar, güç ve hükümdarlığı oluşturmanın eskiyen ve çürüyen kurumları elden geçirerek mümkün olduğunu görmüştü. Devleti yeniden organize etmek ve yenilemek için geniş kesimlerin desteğine ihtiyaç duyuyordu.  Bu desteği sağlamanın en iyi yolu demokrasi vaadi ve klasik devlet adamı sözlüğünü bir kenara atıp, söylenmeyeni söyleyerek sistem tarafından canı yakılanları bir araya getirmek olabilirdi.

İktidarı pekiştirmenin tek yolu geniş bir konsensüs yaratabilmekten geçiyordu. Her şey yerli yerine oturunca iktidar artık alnının öpülmesini değil, elinin öpülmesini ister hale geldi ve elini ileri doğru uzatarak tam biat talep etti. Böyle de oldu. Biat sunanlar ile sunmayanlar arasındaki çelişki düşünsel bir saflaşmayı beraberinde getirdi. Dün yan yana duranlar ve iktidara geniş bir hareket alanı sağlayarak istediği her şeyi yapabilme meşrutiyeti tanıyanlar, bugün karşı karşıyalar. Kendi deyimleriyle “miadını doldurmuş” olanlar artık sıçrama tahtasına ihtiyaç kalmadığı konusunda hem fikirler. İktidar bilincini küçümsemek, onun yönetilebileceği, yön verilebileceği ahmaklığını doğurmuş ve büyük misyon biçilen iktidar, dönüp kendilerinin celladı olmuştur.

İktidar, cicim aylarını geride bıraktı. Anlaşmazlıklar, güç parçalanması ve pasta kavgası her geçen gün daha fazla derinleşiyor. Bir yönetme krizi yaşıyor. Bu durumu aşmanın ve üstünü kapatmanın tek yolu olarak Başbakan, gücü tek elde toplayıp, tüm muhalif unsurları baskı altına alarak siyaseten sıkıyönetim halini hayata geçirmekle mümkün olacağını düşünüyor. İşte asker ile siyasetin buluştuğu ve anlaştığı nokta burası. Bu vesayet ortaklığı, üniformanın kışlaya ama kafasının iktidara devri ile hal oldu. Tüm toplumun nasıl davranacağı, nasıl konuşacağı, nasıl yazacağı, nasıl yiyip içeceği, neyi izleyeceği ve nasıl düşüneceğine varana kadar yapılan ince planlama, vesayetin siyasi ve toplumsal yansıması olarak karşımızda duruyor.

Başbakanın şamar oğlanına çevirdiği kamuoyu gerçeği de bunlardan biridir.

Toplumun nabzını tutan ve onu yansıtan bir kamuoyu değil, Başbakan’ın nabzına göre şerbet tutan bir kamuoyu var.  Al takke ver külah biçimine dönüşmüş ilişkiler içinde bu kadar yağlama, yıkamadan başka bir şey çıkmazdı zaten.