Türkiye’de tüm göstergeler iktidar bloku ile muhalefet arasındaki mücadelede son raunda girildiğini gösteriyor. Bu basit bir siyasi rekabetten ibaret değil; rejimin akıbetini ve ülkenin yeni siyasi kadrolarını belirleyecek kritik bir dönemecin arifesindeyiz. Belirsizliklerle dolu bu süreçte kimin kiminle saf tuttuğu kadar kimin nerede durmadığı da önemli olacak. İktidardan “stratejik” desteğini çekmeye başlayan kimi ulusalcılar ve onların geleneksel hasmı Kürt siyasi hareketi sözünü ettiğimiz gerçeğin öyle ya da böyle farkında.

15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında kısmen yeni bir kompozisyon ortaya çıkmıştı. Yıllardır AKP ile Fethullahçıların ortaklığından zarar görmüş ulusalcı aktörler Erdoğan’a dönüp “gördünüz mü ne kadar haklıymışız” demişti. Erdoğan Fethullahçılar ile sonuna kadar mücadele edeceğini söylediğinde Ergenekon – Balyoz sürecinde haksız bir biçimde hapis yatan subayların, yazar ve gazetecilerin bir bölümü iktidara açık ya da örtük destek vermeye başlamıştı. Bir anda ana akım kanallara konuk olarak çağrılan bu isimler kendilerine yönelik kumpasın FETÖ’cüler tarafından nasıl kurulduğunu anlatırken AKP-FETÖ ilişkisine dair çok az şey söylemeyi tercih etmişlerdi. Aralarında AKP’nin gerçekten “arınabileceğini” düşünenler de vardı, “önce FETÖ temizlensin sonrasına bakılır” diyenler de…

Fakat FETÖ borsasının ortaya çıkması, Fethullahçılar ile yakın işbirliği yapan kimi iktidar partisi mensuplarının paye almaya devam etmesi ve daha birçok gelişme nedeniyle iktidar ve eski mağdurlar arasındaki “sıcak ilişkiler” bozuldu. İlker Başbuğ’un malûm çıkışı ve Erdoğan’ın emriyle kimi AKP’lilerin eski Genelkurmay Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunması, ilişkinin yeniden hasımlık düzeyine geldiğini gösteriyor. AKP Genel Başkanı, Başbuğ’a FETÖcüleri ayıklamadınız, diyor ancak o dönemde Fethullahçı subayların önünü açan Ergenekon – Balyoz davalarının “savcılığını” üstlendiğini unutuyor. Erdoğan’ın Başbuğ’a bu kadar üst perdeden laf yetiştirmesi onun şahsında ulusalcılara verilen bir mesaj. İçeriği de net “benimleyseniz devlet ilesiniz, değil iseniz şer cephesindesiniz”.

İktidar cephesindeki çözülmeyi gören Bahçeli, “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmasını fitilleyerek olası bir seçim sürecine yığınak yapıyor. “Siyasi ayak” duruma göre AKP ile pazarlığın bir parçası olabileceği gibi AKP’den çıkan “muhaliflere” ve elbette millet ittifakına karşı oynanacak bir koza da dönüştürülebilir. Nitekim üçüncü seçenek yerel seçimler öncesinden bu yana önce Akşener şimdi de CHP üzerinden deneniyor. Ama iktidar blokunun arzuladığı sonucu vermiyor, vermeyecek.

Sebebi basit, Fethullahçılar en baştan itibaren antikomünizmin rahminde büyümüş siyasi bir hareketti ve kendilerine de siyasi bir müttefik aradılar. Bir başka ifadeyle “siyasi ayakları” değil “siyasi ortakları” vardı. Al-ver ilişkisini mümkün kılan yalnızca tarafların ihtiyaçları değildi, nasıl bir Türkiye istedikleri en az pragmatizm kadar etkili bir faktördü. Bu gerçeği yok sayan her değerlendirme eksiktir. Fethullahçılar AKP ile mücadeleye giriştikten sonra muhalefetin çeşitli unsurlarına sızmaya çalışmışlar ama kendileri için bir mevzi ele geçirme hedefine ulaşamamışlardır. Zira ne CHP’nin ne HDP’nin ne de İyi Parti’nin yapısı ve Türkiye düşü FETÖ ile uyumludur.

CHP’liler mevcut tartışmanın bir çeşit seçim hazırlığı olduğunu belki fark etti, belki etmedi. Ama CHP bu tartışmada en ileri karakolu tutmak, küskün ulusalcıları etrafında toplamak istiyor. Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasındaki tavrı “Erdoğan sonrası” dönemin uzak olmadığını düşündüğünü gösteriyor. Yalnız da değil. Akşener parlamenter sisteme dönüş ısrarıyla Erdoğan sonrasına işaret ediyor. Demirtaş ise hapishaneden yaptığı açıklamalarda eninde sonunda bir iktidar değişimi olacağını vurguluyor.

Ona göre muhalefet ortaklığın adını koymalı, yeni kompozisyonda Kürt siyaseti dışarıda tutulmamalı. Demirtaş ile HDP arasında birçok konuda açı farkı olsa da bu çerçevede bir mutabakat var mı gibi.

CHP’lilerin Kudüs Mitingi’ne gitmesi muhalefetin farklı unsurlarının DİSK Genel Kurulu’nun açılışında buluşması hem iktidara hem seçmene “her zeminde bir araya geliriz” mesajı vermenin bir yolu. Ancak demokrasi cephesi olarak tarif edilen şey “uyum” adına her bir öznenin kendi ilkelerinden taviz verme anlamına gelmemeli. CHP seçmeni neticede demokrasi cephesi fikrine karşı olmamakla birlikte partinin sözünü sağa benzetmesinden hoşlanmıyor.

Son raunt öncesi sosyalistlerin ne yapacağı oy potansiyelinden çok düşünsel anlamda önemli. Muhalefetin sol potansiyelini açığa çıkarma mücadelesi geleceğin Türkiye’sini kurma mücadelesinden bağımsız değil çünkü.