Geçen hafta koalisyon ve erken seçim tartışmalarının ötesinde ülkenin can yakıcı ve aynı zamanda da süreğen sorunlarına dünyadaki gelişmeler ışığında kısaca değinmiştim. Okuyanlar anımsayacaktır; 2008 yılı itibariyle dünyayı etkisi altına alan küresel ekonomik krizin özellikle yoksulları nasıl vurduğuna değinmiş ve diğer gelir bölümlerinde yer alanların da giderek yoksullaştığına vurgu yapmıştım. Kapitalist sistemin küresel krizi tam olarak atlatılmadığını ve krizin derinleşme potansiyelini taşıdığını da belirtmiştim. Yoksullar ve süreç içerisinde onlara katılıp giderek yoksullaşanlardan söz ederken krizin kapitalistleri nasıl etkilediğine değinmemiştim. Forbes’in tespitlerine göre 2009-2014 sürecinde (yani küresel krizin en yoğun yaşandığı günlerde) 4,5 milyar insan bundan olumsuz etkilenirken yani giderek yoksullaşırken en varlıklı 80 kişinin zenginliği ikiye katlanmış. Görülen o ki ekonomik krizlerden büyüyerek çıkan varlıklı kesim. Ve yine görülen o ki, krizler gelip gittikçe gelir dağılımdaki adaletsizlik de büyüyor.

Yukarıda sözünü ettiğimiz 80 kişiye dahil edilmeyen, ancak zenginlikleri aynı biçimde katlanan başkaları da var ve Forbes gibi diğerleri de bunu atlamakta.

Peki, kim bunlar?

Kraliyet aileleri ile servetleri tamamen sahip oldukları güç sonucu türeyip oluşan diktatörler…

Gün geçmez ki bir Suud prensinin ya da bir Arap şeyhinin olağanüstü lüks harcaması gazetelerde yer almasın.

Forbes’in bir sözcüsü Newsweek’e verdiği demeçte; “Vladimir Putin ve benzerleri bu listelerde yok zira milyar dolarları bulduğunu tahmin ettiğimiz servetini ispat edemiyoruz.”

Yine görülen o ki işbu diktatörlerin büyük servetleri biliniyor ne var ki adı konamıyor.

Özetlersek; ekonomik krizler, zenginlerin zenginliklerine daha da zenginlik katarken diktatörlerin varlıklarını da büyütüyor, onları zenginleştiriyor. Bu gidişin doğal sonucu da gelir dağılımındaki küresel adaletsizlik de aynı oranda büyüyor. OECD raporlarında bu net olarak görülebiliyor. Aynı OECD raporlarına göre Türkiye’nin son beş senedir gelir dağılımındaki adaletsizlikte ilk beş sırada yer aldığını görüyoruz. 2012’de 2. sırada, 2014’te 3. sırada…

Tüm diğer diktatörler gibi bizde de giderek varlığı katlanan diktatörün dezenformasyon kurumları burada da ortaya çıkıyor. TÜİK verileri 2000 yılından bu yana gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderek giderildiğinden dem vuruyor.

Rakamlarla oynamak ve farklı telaffuz etmek bir yana çelişkilerde gözden kaçmıyor. Örneğin TÜİK genç işsizliği, %18,6 olarak verirken aynı dönem için OECD %31,3 olarak veriyor. Çelişkiyi diktatöre sorarsanız; “Eyy OECD haddini bil!” diyecek ve %40’a varan bir kesim onu alkışlayacaktır. Ve ne acıdır ki o yüzde kırkın içindekilerden pek çoğu da genç işsizler yüzdesi içinde yer almaktadır.

Türkiye OECD verilerine göre Avrupa’da genç işsizlik yüzdesinde ilk sırada, havuz medyasının bu gün yarın iflas eder diye beklediği Yunanistan ise %28,5 ile bizden sonra geliyor. Gelir dağılımında 2. ya da 3. sıraları kimseye bırakmayan, genç işsizlikte Avrupa birincisi olan Türkiye yükselen değer olurken Yunanistan ise iflasın eşiğinde ülke olarak gösterilebiliyor.

Bütün bu tablonun son 13 yıllık müsebbibi ile koalisyon yapmaktan söz ediliyor. AKP’siz koalisyon sermaye tarafından gündem dışı tutulmaya çalışılırken AKP’siz koalisyonu gündemde tutmaya çalışan HAZİRAN HAREKETİ’ne saldırılar işte bu yüzden gerçekleşiyor. Bir bakın hangi siyasi aktörler, (barajı aşanlar da dahil) AKP’siz bir koalisyon öneriyor?

Bir bakın kim hesap sormaktan söz ediyor? Bir bakın kim sermaye yönlendirmelerini tersyüz ediyor?

Sermayenin hesaplarını tersyüz edenler sokaklarda, MESS’in sadaka gibi teklifine karşı çıkan metal işçileri sokaklarda. İline, yurduna, doğasına sahip çıkan köylüler ayakta. Adalet isteyenler, özgürlük isteyenler ayakta…

Bakın, dinleyin ne diyor sokak; “Diktatöre, sermayeye, yandaşlara, koltuk değneklerine, faşistlere inat ayaktayız ayakta…”