Fiziki engeller eğitim ve protez desteği ile kısmen hafifletilebiliyor. Yine de engelli uzvunu kullanacağı alanda kişinin tam beceri göstermesi mümkün olmuyor. O nedenle fiziki engellinin iş bulması o kadar kolay değil. Fakat bu konuda zihinsel engelliler oldukça avantajlı; özellikle kamunun zihinsel beceri gerektirmeyen kitlesel istihdam alanları var. Üstünü başını yırtacak kadar kendine zarar verme noktasına gelmediği sürece her zihinsel engelli, çoğunlukla güç araçlarını kullanacak iş bulabilir.

Etik yeni terimler üretse bile Anadolu'da yürüme güçlüğü çekene topal, sakatlığı kolda olana çolak, ağır görme bozukluğu olana kör denir. Gözle görülebilen sakatlığı olan Anadolu insanı da gıyabında kendine kör, çolak, topal denildiğini bilir. Sonradan meydana gelmiş sakatlıkları kabullenmek kolay olmasa da insanlar sağlıklı iken yaptığı işi yapamadığını fark ettiğinde durumu kabullenmek zorunda kalıyor. Travmayı atlatabilenler zamanla kimin ne dediği de önemsemiyor ve hayata engelini aşabildiği oranda devam ediyor.

Fakat engeli zihninde olan, düşünmesini etkileyen sakatlığına dikkat çekenleri hiç hoş görmüyor. İnsanın aklına laf ettirmemesinin nedeni, kafatasında her hangi fiziksel bir arıza olmamasına rağmen düşünce üretememesinin akıl eksikliğinden, aklın bilgisizlikten, bilgisizliğin ise kendi ihmalinden kaynaklanmasıdır. Halbuki nedeni biyolojik olmayan zihinsel arızalar fiziki arızalardan daha kolay, sadece eğitim yoluyla ve kişi normal hayatına devam edecek şekilde rehabilite edilebiliyor.

Gelin görün ki insanlar, sağıtılabilir zihinsel engelini giderme olanağını kullanmak yerine boşu boşuna engelini gizleme yoluna gidiyor. Zihin engeli, aksaklık kadar bile gizlenemez; iki çift laf ettiğinde veya bir satır yazdığında hemen belli olur. Mesela Ayasofya İmamı (Görevinden ayrılmış da olsa biz onu öyle tanıdık); yüz kırk karakteri tamamlamadan, bir twitte kendini ele veriyor. Örnek verdiğimiz kişi profesör; araştırsın, okusun, dinlesin de kendini geliştirsin diye asgari ücretin beş katı para, bir oda, hizmetine birkaç insan tahsis etmişiz. Fakat adam insan diliyle konuşamıyor, kendisine verdiğimiz olanaklar anımsatıldığında ölümüze sataşıyor. Elini beline doladoğı için Ekrem İmamoğlu'na soruşturma açan savcı, genelgesini üç genelgeyle düzeltemeyen bakan... Hangi birini sayalım ki, üzülüyor insan...

Zihni arızasının sebep olduğu olaya aptalca deme yerine "Bu konuda biraz daha düşünsen!" gibi usturuplu bir şekilde uyarmanızı hakaret sayarlar. Hele bir de kazara bunları tıp dışı terimle ansanız, mesela gerizekalı, salak, dangalak deseniz yandınız demektir.

Devlet, fazla zeka gerektirmeyen işlerini zihinsel engellilerle görüyor. Genellikle güç araçlarını kullanma yetkisiyle donatıldıkları için kendileri de araçsallaşmış büyük bir kitleden söz ediyoruz. Ve bunlar engellerini, ellerindeki gücü kullanarak zeki insanları baskı altına alarak aşmaya çalışıyorlar. Şu sıra, akılsızların örgütlü bir güç olarak aklı teslim aldığı bir süreci yaşıyoruz.

Akıl güçsüz, akılsızlık güçlü olduğu için gelmedik bu noktaya. Akıl, her bilginin yanlışlanabilir tarafını aradığı için örgütlenemiyor. Akılsızlar ise az ve pratik bilgiyle yetindiği için rahatlıkla örgütlenebiliyorlar. Aklın örgütlenebilmesi için galiba "Bir hipotezin bilimselliği için ölçü doğrulanabilirlik değil, yanlışlanabilirlik olmalıdır." diyen Karl Popper'i tersten okumak gerekiyor. Yanlışı aramaya odaklanınca doğruları çürütüyoruz ve doğruda buluşamıyoruz. Popper elbette doğru söylemiş, ama ölü bedenimizi taciz edeceğini söyleyen Ayasofya İmamı ile başedebilmek için kuramda aranan yöntemlere başvurmak da gerekmez ki...


Not: Yazı, herhangi fiziksel ve biyolojik nedene bağlı olmayan fakat tamamen ihmali sonucu kendini engelli duruma düşüren kişilerden söz ediyor.

Engellilere hakaret söz konusu değil.

Bu ayrımı gözünden kaçıran iyi niyetli tepkileri anlıyor, onlardan özür diliyorum.