Belki sosyal medya abartılarından biri olabilir ama Ayasofya’nın, kapısından başlayarak yendiği haberleri galiba kimseyi şaşırtmadı.

RTE- AKP eliyle yine camiye çevrilen Ayasofya, mekândaki üçüncü kilise. İlk ikisinden önce de çok tanrılı döneme ait bir tapınak olduğu biliniyor. Cami yapılan Ayasofya inşa edildiğinde henüz İslam dini yok. Diğer tüm olağanüstü özelliklerinin yanı sıra Ayasofya, bu coğrafyanın tarihsel özü. Coğrafyadan kastım Balkanlardan Hazar denizi ve Basra körfezine kadar olan ve insanlık tarihinin “anası” diyebileceğimiz bölge. Göçler, savaşlar, kıyımlar coğrafyası. En insanlık dışı kıyımlar da burada en derin kültürel uygarlıklar da. Biraz bencillik ederek insanlığın analarından biri diyebiliriz.


***

İçimize aldığımız bir “şey”in bize “şifa” vermesinin büyüsel çekiciliğine kapılmak insan zihninin kadim inanışlarından biri. Şifalı sular, okunmuş hurmalar, büyü yapılmış yiyecekler neredeyse tüm kültürlerde var. Dahası, grup içi ve grup dışı yamyamlık da insana özgü. Düşmanı yiyerek ruhunun gireceği bedeni yok etmek, dostun ise bedenini yiyerek ruhuyla bütünleşme demek yamyamlık. Çünkü yutarak insanlaşıyoruz, yuttuğumuzla da gerçekliğe dahil oluyoruz. Anne memesinin kutsallığı da besleyiciliğinden öte bizi gerçekliğe taşıyan ilk nesne olmasından.

Annenin memesinden sütü alırken bebek çoğu zaman emer, kimi zaman ise memeyi ısırarak beslenmeye çalışır. Emme ve ısırma sarkacında salınan bebek, anne ile kurduğu ilişkinin belirleyiciliğinde iki tür doyma arasında salınarak büyür. Emerek bütünleşme, kaynağı ısırıp parçalayarak tüketerek doyma. Emerek beslenmek kaynakla bütünleştirir, karşılıklı zenginleşmenin önünü açar. Isırarak yemek kaynağı tüketir, yoksunlaştırır. Memeyi ısırarak beslenme, doymak bilmez açgözlülüğün de habercisi olabilir.

Emerek beslenen bebeğe sütle birlikte şükran hissi de akar. Emdikçe iyilik, değerbilirlik, minnettarlıkla doyan bir bebekten “iyicil” bir insan büyür. Onun için kendisi dışındaki dünya, imrendiği, saygı duyduğu, ona benzemeye çalıştığı, onun gibi olmak istediği bir yerdir. Isırıp, parçalayarak, memeyi tüketerek sütü yutanın içine ise “haset” dolar ama doyurmaz da. Yıkıcıdır haset; iyilik bilmek bir yana dursun kötücüllükle beslenir. Onun için artık, ona ait olmayan her ne varsa parçalanmalı, yenip yutulmalı, yok edilmelidir. Açgözlü haset doymak bilmez bir yıkıcılığa yol açar. Hasetle büyüyen kişi bitimsiz bir mahrum bırakılmışlık hissinde boğulur. Beslendiği kaynağı kendisinin kuruttuğunun farkına varamadığından hep aç hisseder kendisini, daha doğrusu aç bırakılmış… Hep onun hakkı yenmiştir, ona hiç verilmemiştir, hep ezilmiştir. Kendisi aç bırakılırken hep başkaları doyurulmuştur. Zaten herkes ona düşmandır, fırsatını bulduklarında onu yok edeceklerdir. O yüzden ne bulursa almalı, alamadıklarını yıkmalı, parçalamalıdır.

Ayasofya Kilisesi’nin karşısına yapılan Sultanahmet Camisi ve daha önce yarımadaya yapılan Süleymaniye Camisi emerek beslenme örnekleri olarak görülebilir. Süleymaniye özgün Osmanlı mimarisidir, Sultanahmet ise Osmanlı-Bizans sentezi. Her ikisinin de kubbe yükseklikleri Ayasofya’dan biraz kısadır ama minareleri çok daha yüksektir. Mühendislik kısıtlamalarını paranteze alırsak, sanki bir tür saygılı rekabet vardır aralarında. Evet, sana hayran oldum ve senden öğrendiklerimle (beslendiğimle) ben de senin gibi hatta senden de iyi olmaya çabaladım der gibidirler.

Bu göç, kıyım ve bütünleşme coğrafyasının tarihinde ne zaman emerek beslenenler çoğunluksa zenginlik ve barış o kadar yaygınlaşmış, ısırıp parçalayanların iktidarlarında ise toprak kurumuş, insanlar çölleşmiş.

***

Siyasal İslamcılar, bu topraklarda bitmek bilmez bir mağduriyet miti inşa ederek rıza ürettiler. Oysa hiçbir zaman mağdur edilmemişlerdi, sadece ayrıcalıklarından mahrum bırakılmışlardı. Çok somut bir örnek var. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı kurulan Diyanet Akademisi’ne giren erkeklere askerlikten muafiyet hakkı verildi. Mil Diyanet Sendikası da imamlara minber dokunulmazlığı istedi. Tıpkı Osmanlı medrese molla ve öğrencilerinin askerlikten muaf olmaları, vakıflaşarak vergi vermemeleri gibi.

Siyasal İslamcılar Cumhuriyet’e, onları ayrıcalıklarından mahrum bıraktığı için hep haset beslediler. Yoksullara ise kendi ayrıcalık taleplerini mağduriyet üzerinden pazarladılar. Sonunda yoksullara kemirecek Ayasofya kapısı dışında bir şey kalmadı, diğerlerinin doymak bilmez açgözlülüklerini ise hep görüyoruz.