Doğan Medya Grubu’nun Demirören Holding’e satışıyla ilgili onlarca farklı söz söylendi, böyle olması da normal. Çünkü yaygın medyanın en büyük medya grubunun havuza devri herkes için ilgi çekici. Doğan Medya’ya uzun yıllardır – haklı olarak – sinirli olan izleyici/okur “Oh olsun” ile başlayıp “Beter olsunlar” diye biten yorumlar yaparken, medyanın dışından olan neredeyse herkes aynı hataya düştü: Patronla emekçiyi bir tutmak. Ancak konuya uzaktan bakan ‘tuzu kuru’ isimlerin emekçiye üstenci ‘tavsiyeleri’ bir yana, yüzlerce çalışanın işsiz kalma ya da en azından baskının/mobbing’in artması ihtimaliyle karşı karşıya kalması, sorunlara emek perspektifinden yaklaşanları ilgilendirmeli.

Çünkü mevzuyu değerlendirmede soldan bakış kaybolduğunda, ifade özgürlüğü veya emek perspektifini konuşmak, ‘Aydın Doğan’ın malvarlığını savunmak’ ile eş tutulmaya başlıyor. Dolayısıyla da Doğan Medya’nın satışıyla ilgili kin ve intikam ile üzüntü arasında gidip gelen umursamaz yorumlar arasında yolumuzu kaybettik.

Oysa konu sermaye açısından gayet net. Bir Doğan Medya çalışanının satışa dair esprili yorumu gibi: “Aydın Doğan bizi sattı.”

Sermaye sahibi, sermayesinin refahını düşünerek bu yönde bir karar aldı (veya aldırıldı), hem işyerindeki emekçiler hem de okurlar açısından sonucun ne olacağı da umurunda olmadı. Olması da beklenemezdi zaten. Ancak işe sermayenin el değişimi gibi daha geniş bir perspektiften baktığımızda, seçim sathı mailine girdiğimiz de düşünülürse, bu satışın siyasi sonuçlarının hepimizi etkileyeceği aşikâr. Durum böyleyken, “zaten satılmışlardı” şeklindeki indirgemeci bir yaklaşımın gerçekliği yok.

Sermaye sahibinden ve sahibinin sesi müdürlerden kaçırılıp yayına konan, gazeteye basılan haberlerin artık olmayacağını gördüğümüzde, ‘satılmışlık’ mefhumu hepimiz için yeni bir anlam kazanabilir.

Bu da herhalde en çok, başta tutuklu gazetecilerin serbest kalması olmak üzere basın özgürlüğü için uğraşıp didinen gazetecileri etkileyecektir. Evet, halkın çoğunluğu bilmez ama yıllardır sokaklarda gördüğünüz bir avuç muhalif gazetecinin bir kısmı Doğan Medya’da çalışıyor. Daha önce de yazdım, onların bir kısmı da bu mücadele sürerken sessiz sedasız işlerinden oldu. ‘Dışarıdaki Gazeteciler’ adı, belki artık sadece hapiste olmamayı değil, ‘medyanın dışarısında olmayı’ da kapsıyor.

Yaklaşık yedi yıldır sokaklarda olan gazeteciler, Doğan Medya’da tutuklu gazetecilerin haberlerini gazete sayfalarına koyan, örneğin gazetecilere yollanan yılbaşı fotoğrafını gazetenin manşetine çeken, imc TV’nin basılmasını ya da Ahmet Şık’ın tahliye konuşmasını canlı yayında veren gazeteciler de aynı zamanda. Yani Doğan Medya birkaç popüler ekran yüzünden ibaret değil; muhabiri, editörü, fotoğrafçısı, redaktörü, yazıişleri müdürüyle onlarca ‘isimsiz kahramanın’ kendine - az da olsa - yer bulduğu bir yer(di).

Aynı şekilde 81 kentten haber geçen Doğan Haber Ajansı’nın ‘isimsiz muhabirleri’ de basının gerçek emekçileri ve tüm baskılara karşı gizlenmek istenen istismarı, yolsuzluğu haber yapabilen de onlardır. Doğan Medya’nın sermayesinin büyüklüğü sayesinde, muhalif basının ulaşamayacağı imkânlar, bu işe de yarıyor(du).

Dolayısıyla bu ‘satışın’ sonuçları sadece basın emekçisine değil, hepimizin haber alma hakkına da tesir edecek.

Zaten KHK’ler ve kayyumlarla önemli kısmı kapatılan muhalif medyada çalışıp da son iki yılda işsiz kalanların çoğu halen işsizken, çok daha fazla kişinin çalıştığı Doğan Medya’daki gazetecilerin işsiz kalma korkusuyla yaşamına devam etmesi, okuru da ziyadesiyle etkileyecektir.

Demokles’in kılıcı daha da keskinleşti ve tabii ki bir basın emekçisi olarak konuya basın emekçilerinin perspektifinden, dolayısıyla da iyice baskı altına giren ifade özgürlüğü açısından bakıyorum. Ya siz?