Uzman ürettiği bilginin neye hizmet edeceğinden emin olamayabilir, aydın ise olayları bütünlüğü içinde görmek zorundadır

Aydın sorumluluğu üzerine zorunlu bir hatırlatma

İlker Küçükparlak

Sakarya Üniversitesi Rektörü Muzaffer Elmas öğrencileriyle poz verdiği bir mezuniyet fotoğrafını “Felsefeyi bitirdiler, filozof oldular. Yolunuz bahtınız açık olsun” ifadesi ile paylaşmıştı. Felsefe bölümünü bitirince filozof olunmuyor elbette. Benzer biçimde sosyal bilimlerde herhangi bir konuda herhangi bir derinlikte uzmanlaşmakla da aydın olunmuyor. Aydın olmak sadece bilgi birikimi ya da eleştirel düşünme yeteneği değil, sorumluluk da gerektiriyor.

Aydın özne olarak bir taraftan uzmansal nitelikler barındırmak durumunda olsa da Noam Chomsky 1967’de uzman ve aydın rollerinin farkı hakkında iyi bir çerçeve sunmuş1. “Aydının hakikat üzerinde ısrar etmekle ilgili sorumluluğu olduğu gibi olayları tarihsel perspektifinden görme görevi de bulunmaktadır… Aydınlar hükümetlerin yalanlarını ortaya dökmekle, eylemleri onların sebepleri, motivasyonları ve gizli niyetleri üzerinden analiz etmekle yükümlüdürler… Uzmanlık kültü -onu oluşturanlara yarayacak biçimde- kendine hizmet eder ve sahtekarlıktır. Sosyal bilimler ve davranış bilimlerinden öğrenilebilinecek her şeyin öğrenilmesi gerektiği aşikardır; bu alanların olabildiğince ciddi biçimde izlenilmesi gerektiği de aşikardır… Siyaseti eleştiriden muaf tutabilecek, uzman olmayan sıradan insanın kavrayamayacağı hiçbir teorik yapı ya da bilgi bütünü yoktur. Dünya meselelerine “uzmanlık bilgisi” açısından bakılması ne kadar uygunsa, onun kalitesini ve hizmet ettiği hedefleri sorgulamak kesinlikle uygundur, hatta namuslu bir kişi için elzemdir. Bu gerçekler üzerinde daha geniş tartışmayı gerektirmeyecek kadar aşikardır.”

Chomsky’nin konuyu tartışmaya kapatan uzmanlara olan bu mesafesi, dönemin bilim insanlarının ABD’nin Vietnam İşgali‘ni meşrulaştıracak argümanlar üretmesinden kaynaklanıyordu. Birmingham Üniversitesi‘nden Richard Shorten totaliteryanizmin entelektüel öncüllerinin olduğundan bahseder (2). Bu entelektüel öncüller sistemin meşrulaştırılması işlevini görecektir. Hatta Shorten’a göre bu yoğun meşrulaştırma süreci totaliter rejimleri geleneksel otoriteryanizmden ayıran unsur da olabilir. Chomsky’nin uyarmaya çalıştığı konu budur.

Buna karşın Twitter’da sevgili @GurbetName’nin hatırlattığı üzere Foucault’nun da bu konuda verilmemiş ciddi bir özeleştirisi bulunuyor. Evet, modernite eleştirisi üzerine kurulu bir fikriyattan bahsediyoruz ama Foucault’nun modernite düşmanlığının olayları tarihsel perspektifinden göremeyecek kadar gözünü kör ettiği bir sahne İran Devrimi. Devrimden sonra İran’a giden Foucault dönüşünde şunları yazacaktır3: “Son olayların, modernleşme karşısında aşırı gerici unsurların ürkerek geri çekildiğini göstermediğini, fakat kendisi bir arkaizm olan modernleşmenin bütün bir kültür ve koca bir halk tarafından yadsındığı manasına geldiğini o zaman anladığımı hissettim. Şahın talihsizliği bu arkaizmle nikâh kıyması olmuştu. Geçmişin bu parçasını, bu geçmişi artık istemeyen şimdiki zamanda, çürümüş ve despot bir sistem aracılığıyla yaşatması Şahın suçuydu. Evet, siyasi bir tasarı ve toplumsal dönüşüm ilkesi olarak modernleşme, İran’da geçmişe ait bir olgudur…

Fakat burada genel istikameti görmek mümkün: İslam emeğe değer verir; kimse emeğinin meyvelerinden mahrum edilemez; herkese ait olan (su, toprak altındaki petrol) herhangi biri tarafından sahiplenilemez. Serbestilere gelince, başkalarına zarar vermedikleri müddetçe bunlara saygı gösterilecek; azınlıklar korunacak ve çoğunluğu incitmemek koşuluyla istedikleri gibi özgürce yaşayacaklar; kadınlarla erkekler arasında haklar bağlamında bir eşitsizlik olmayacak, fakat bir farklılık olacak, çünkü aralarında doğal fark var. Siyasete gelirsek, kararlar çoğunluk tarafından alınmalı, önderler halka karşı sorumlu olmalı ve her kişi, Kuran’da yazdığı gibi, yöneten kişiye karşı koyup ondan hesap sorabilmeli.”

Uzman ürettiği bilginin neye hizmet edeceğinden emin olamayabilir, aydın ise olayları bütünlüğü içinde görmek zorundadır. Chomsky’nin işaret ettiği tarihsel perspektif içerisinden yıllardır evrimsel psikoloji ile ilgilenen bir psikiyatrist olarak şu dönemin Türkiyesi‘nde kendimi kadın ve erkek psikolojileri arasındaki farka değil ortaklığa işaret etmek zorunda hissederim. Mesela Arzu Çerkezoğlu da aynı tarihsel perspektif ile, doğum sonrası kadınların yarı zamanlı ya da evden çalışmasının önünü açan düzenlemelerin kadınlar için kazanım değil onları eve hapsetmeye dönük olduğunu açıkça görebiliyor 4.

Peki Nuray Mert bu perspektiften mahrum mu? Kültürel birikimi ve bilişsel kapasitesi ile mahrum olduğunu hiç zannetmiyorum. Müftülük nikâhı ve müfredat meselelerinin gayri resmi olarak ilan edilen yeni rejimin yapı taşlarından olduğu aşikâr. Peki Cumhuriyet’ten gönderilme meselesini nasıl yorumluyor? “Türkiye, batmış vaziyette. Ama bizim laik kesim için, ‘Darwin mi dogma, yoksa başka bir şey mi dogma’ konusu belli ki daha çok önemli” diyerek. Türkiye nasıl ve niye batmış sorusunu pas geçerek. Konuyu bütünün içinden değil, kendi uzmanlığı dahilinde müstakil bir mesele olarak yorumlayarak. Olayları tarihsel perspektifi içinde okumaya dair basireti iyice bağlanarak.

1 Chomsky, N. (1967). A special supplement: The responsibility of intellectuals. The New York Review of Books, 23.

2 Shorten, R. (2012). Modernism and totalitarianism: rethinking the intellectual sources of Nazism and Stalinism, 1945 to the present. Springer.

3 Afary, J., & Anderson, K. B. (2010) Foucault ve İran Devrimi : Toplumsal Cinsiyet ve İslamcılığı Ayartmaları Toplumsal Cinsiyet ve İslamcılığın Ayartmaları. çev Mehmet Doğan. Boğaziçi Üniversitesi Yayınları

4 https://www.birgun.net/haber-detay/mujde-dediler-kolelik-cikti-102259.html