Google Play Store
App Store

Eren Aysan ve Zeynep Altıok Akatlı, ‘Bir Dem Ankara’ kitabında Başkent’in 1923 sonrasından itibaren kültürel dönüşümünü mekânlar aracılığıyla anlatıyor. Yazarlar, mekânların taşıdığı politik anlamla daha da değerli olduğunu söylüyor.

Aydınların gözünden Başkent’in hafızası
Fotoğraf: BirGün
Işıl Çalışkan
Işıl Çalışkan
isilcaliskan@birgun.net

Ankara denilince akla ilk olarak, devlet binaları ve bürokrasi gelse de, şehrin kültürel ve sanatsal mirası da kayda değer. Başkent, özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren, aydınların buluşma noktası olmuş, yeni bir yaşam biçiminin ve kültürün merkezi haline gelmiş.

Ankara’da doğup büyümüş, aydın kimliklerini anne babalarından devralmış, Eren Aysan ile Zeynep Altıok Akatlı çocukluklarından itibaren şahit oldukları bu kültürel zenginliği yeni bir kitapla okuyuculara sunuyor: Bir Dem Ankara. Ankara'nın lokantaları, mekânları ve aydınları aracılığıyla, şehrin unutulmaya yüz tutmuş bir yüzünü ortaya çıkıyor. Yazarlar, binden fazla kişinin anılarını derleyerek, Ankara'nın 70'li yıllardaki canlı ve dinamik atmosferini gözler önüne seriyor. Kitapta, Ankara Palas'ta yapılan hararetli tartışmalardan, Çankaya'daki sanat sohbetlerine, kentteki gizli mekânlara kadar pek çok detay yer alıyor.

Kitap, Ankara'nın sadece bir devlet başkenti değil, aynı zamanda Türkiye'nin kültürel ve sanatsal hayatının önemli bir merkezi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Aysan ve Akatlı ile Her Dem Ankara’yı konuştuk.

Kitabınızın önsözünde, kente dair yapılan büyük tahribata karşı durmadan  bahsediyorsunuz. Mekânların tarihsel dönüşümünü incelediğinizde, hangi dönemler ya da olaylar bu dönüşümlerde en büyük etkiyi yarattı?

Zeynep Altıok Akatlı: En önemli ve büyük dönüşümün Cumhuriyetin ilanıyla birlikte çağdaş yaşamın toplum üzerindeki etkisi, eğitim ve kültür erişiminin köylere uzanarak yaygınlaşması, kadının toplumsal hayatın içinde eşit birey olarak katılım ve temsili ile gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu dönem Atatürk’ün devrimlerinin halk tarafından benimsenmesi ve yaşam pratiğine aktarımıyla sosyal anlamda dışarıda yeme içme kültürünün, aydınların bu mekanlarına taşınan fikir alışverişlerine zemin sağladığı hareketli bir dönem. Ardından aydınlanma devrimlerini hedef alan sağ görüşün baskılarıyla gelişen yeni bir dönemden bahsedebiliriz. O yıllarda direnişçi ve ilerici 68 kuşağının düşün ve yazın dünyasına katkılarının zengin fikir tartışmalarıyla geliştiği, politik ve edebi yayınların çeşitlendiği bir dönem olarak özetlenebilir. 78 kuşağına da aktarılan bu pratik dönemin türlü toplumsal baskı ve zorlukları sonucu Ankara`nın yaşadığı entelektüel göç ile başlayan bir başka dönemi getiriyor.

Eren Aysan: Kitap, Ankara’nın cumhuriyetin ilanından sonra yaşadığı değişim ve dönüşümün etkilerinin daha sonra da tahribat hatta yıkıma varmasının öyküsü olarak görülebilir. Cumhuriyet döneminin toplumsal yaşam üzerinde olumlu ve dönüştürücü etkisi oteller, lokantalar, gazinolar kadar sanat mekânlarıyla da şekilleniyordu. Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatrosu, Senfoni Orkestrası da kent kültüründe önemli yer tutuyordu. Bununla birlikte kadın ve erkeklerin birlikte yaşamı göğüslediğini gösteren bir karma sosyallik söz konusuydu. Mekânlar aracılığıyla modern, batı tarzı bir sosyal hayat inşa edilmeye çalışılıyor; kadın ve erkeğin birlikte yaşam sürüp eğlenmesi, görgü kurallarının, yeni bir mutfak kültürünün, kültür-sanat anlayışının ve hatta flört etme tarzının yeni bir güncellemeye dönüşmesine kapı aralıyordu. Ancak şunu unutmayalım; mekân aynı zamanda taşıdığı politik anlamla değerlidir. Cumhuriyet rejimiyle hesaplaşma her dönemde kendini gösterdi. Karşı devrimciler, fırsatını buldukları her anda, cumhuriyetin simge mekânlarına yönelik bir tahribat içinde oldu. Özcesi, mekânsal intikam peşinde koştular. Sözgelimi, Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyetiyle 1937 yılında halka emanet edildiği halde, kısa bir süre sonra talan edildi. Atatürk’ün vefatından dokuz ay sonra başlayan kayıplar, Demokrat Parti iktidarında zirve yaptı. Askerî darbelerle birlikte Atatürk Orman Çiftliği parça parça kamusal kullanıma kapatılarak, Atatürk’ün vasiyetine aykırı bir biçimde halktan koparıldı. O tarihten itibaren  artan tahribat yıkım projesine dönüştü.

Bu etkilerin günümüz şehirleşme ve kültürel politikaları üzerindeki yankıları nasıl gözlemleniyor?

Z.A.A: Cumhuriyet aydınlanması ne yazık ki çok hızlı iç çekişmelere çıkar kavgalarına feda edilerek yarım kalmış, sekteye uğratılmıştır. “90 yıllık reklam arası” tabiri cüretini bu dönem boyunca gericiliğin cemaat ve tarikatlerin gün geçtikçe doz ve güç artırarak yürüttüğü karşı saldırılardan ve sağ iktidarların desteğinden alıyor. Bugün bize düşen özellikle eğitim alanından başlayan sistemli kültürsüzleştirme politikalarının sonucu büyük bir yozlaşma ve düşünsel çölleşmedir. Geçer akçe popülizm.

E.A: Bir arkadaşım hayatında bütün izlerin adeta silindiğinden söz etti geçenlerde. “Okudum ilkokul yerine çoktan apartman dikildi, lisem depremle yerle bir oldu, konservatuvar Ankara dışına taşındı. Çocuğuma kendime ait gösterecek yerim kalmadı, “dedi. Oysa mekan her zaman bellekle işbirliği içindedir. Son yıllarda hatıralarımızı da çalacak rant kapısının sonuna kadar açılmasının ardında sistemli bir tarihi alt üst etme düşüncesinin olduğunu görmemek için kör olmak gerekiyor.

İktidarların mekânları yok etme veya ötekileştirme eğilimlerinin toplumsal bellekteki yerini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu mekânların hafızadan silinmesi, yeniden anlamlandırılma çabalarını nasıl etkiliyor ve toplumsal katılımın bu süreçteki rolü nedir?

Z.A.A: İktidar devamlılığını bahsettiğim kültürsüzlük, düşünce ve muhakeme yetisini kaybeden biat toplumundan alıyor. Bunu sağlamak için en etkili araç ise milliyetçilik ve din unsurları. Bu iki kullanışlı alanın suistimaliyle normalleştirilen siyasal İslam`ın yaşam biçiminde örneğin alkol şeytanlaştırılırken bilgi ve düşünce de yasaklarla sınanıyor. Kuşaklar arası kültürel ve sosyal aktarımın önünü kesen bu müdahalelerle toplum tepkisizleşiyor, sınıf bilinci yok edilirken toplumsal katılım da cezalandırılma korkusuyla giderek ele geçirilen ve tepkisizleşen bir avuç kişi veya sivil toplum kurumuna kalıyor.

E.A: Almanya’nın Floransası olarak bilinen, bir zamanlar Doğu Almanya’nın gözde şehirlerinden Dresten İkinci Dünya Savaşı Sonrası’nda yerle bir olur. Ancak yıkılan onca tarihi mekanı yeniden inşa edecek mucizevi güç vardır onlarda. Dresten talihsiz bir savaş deneyimine rağmen yeniden ayağa kalkar. Bizde ise son elli yıllık tarihimiz yapmak değil yok etmek kültürü üzerine gelişim gösterdi. Ancak kendi bireysel tarihlerine sahip çıkamayanlar ülkenin geçmişi ve geleceği arasında kurulması gereken köprünün inşaatını tamamlayamaz. Bizim de yeniden hem kendi bireysel tarihimizin hem de ülkemizin çağdaşlık tarihine sahip çıkmamız gerekiyor. Çünkü kentsel belleğin korunması geçmiş ve gelecek arasındaki zorunlu köprüdür. Bu köprü yıkılısa gelecek de eksik kalır.

Bu araştırma süreci sizin için nasıl bir içsel yolculuğa dönüştü? Kitabın yazım aşamasında en çok hangi yönlerden tatmin oldunuz ve hangi anlar size ilham verdi?

Z.A.A: Kendi açımdan ben özellikle giderek özlediğim ve siyasi sorumluluk alarak değişim ve dönüşümü sağlamak adına emek verdiğim alanda beklentimle uyuşmayan sisteme ayak uyduran yönetim ve karar mekanizmalarıyla dünya görüşüm arasında açılan makas nedeniyle yaşadığım hayal kırıklığı ve isyan duygusundan uzaklaştığım, ruhuma iyi gelen bir arınma yaşadım. Erken kaybettiğimiz ilham aldığımız kişilerin ürettikleriyle yeniden buluşarak tazelendim. Özlediklerimle buluştum. Bana iyi geldi bu çalışma. Madem kuşaklar arası aktarımdan şikayetçiyiz o zaman böyle bir bellek çalışmasıyla hem o aktarıma el verelim hem ışık tutalım. Okura anılarla, edebiyatla bir nefeslik alan açalım ve paylaşalım istedik.

E.A: Buluşma yerleri sanatçıların dönemin siyasi sanatsal ve toplumsal olayları üzerine tartışmalarının, sohbetlerinin merkeziydi diyebiliriz. Kitabı hazırlarken ister istemez çocuk Eren’in masalar arasında dolaştığı günlere de döndüm. Benim çocukluğum seksenli yılların soğuk iklimiyle doksanlı yılların sevecen görünümlü liberal sertliğini kapsar. Dolayısıyla darbe sonrasında sıkıyönetim nedeniyle sokağa çıkma yasağının öğleden sonra rakılarına ve ev gezmelerine dönüştüğü, doksanlardan sonra da meyhanelerin yerini yavaş yavaş pub kültürüne terk ettiği bir aralıkta geçti. İster istemez kimi zaman güldüren kimi zaman da hüzünlendiren bir bellek tazelemesi içine girdim.

Ankaran geçmişinde bazı mekânların Ahmet Say, Behçet Aysan, Metin Altıok gibi sanatçılarla anıldığı dönemler var. Bu kurumların yok oluşu ya da dönüşümü başkentin kültürel ve sanatsal kimliğini nasıl etkiledi?

Z.A.A: Her şeyden önce bu isimlerin mücadeleci, devrimci ve toplumsal sorumluğunun bilincinde aydınlar olduğunun altını çizelim. Babalarımızın toplumda karşılık bulan düşünce ve yaratım yolculuğunun çok erken son bulmasını bu ülkede aydınlara yönelik eyleme geçen gerici ve siyasi saldırılarla sağlandığını asla unutmamalıyız. Düşünceyi ve aydınlanmayı taşıyıcılarına kışarak hedef alanların kurum ve mekanlara olan müdahalesi hiç şaşırtıcı değil. Bu müdahale türlü şekillerde gerçekleşse de ve ister doğrudan yasaklar, cinayetlerle ister ekonomik baskılarla gelsin direnmeyi olanaksızlaştıran koşulların ardındaki akıl tek ve aynı.

E.A: Ankara son yıllarda çok fazla sanatçı ve edebiyatçı göçü yaşadı. Son yıllarda arka arkaya çok fazla ölüm gördük, çok mezarlık anmasına katıldık, kıymetli kuşakları arka arkaya yitirirken tarifsiz bir keder içine gömüldük. Bu kitap biraz da onlara borcumuzu ödemek için hazırlandı. Ancak buluşma yerleri sanatçıların dönemin siyasi sanatsal ve toplumsal olayları üzerine tartışmalarının, sohbetlerinin merkeziydi diyebiliriz. Büyük bir kesimin gidişiyle mekanlar da yavaş yavaş ruhunu yitirmeye başladı.

Çalışmanızda mekânları var eden sanatçılardan bahsediyorsunuz. Kimisinin eserlerinde, kimisinin şarkılarında, kimisinin ise romanlarında mekânlar önemli bir rol oynuyor. Bu mekânların hafızadaki yerinin azalması ya da dönüşümü, kültürel belleğimizde nasıl bir değişim yaratıyor?

Düşünen ve üreten insan için her dönem kendi pratiğini ve mekanlarını yaratır. Önemli olan bu kültürün devamlılığı için bellek ve aktarım araçlarını tazelemek, erişilebilir kılmak. Kültürel birikimi canlandırmak, sürdürmek için özellikle yerel yönetimlere, sivil topluma önemli görevler düşüyor. Daha çok okuyan insan, daha çok tartışma ve fikir alış verişi getirecektir.

E.A: Ankara tüm ülkede olduğu gibi çok sayıda mekanı göz göre göre yitirdi. Dolayısıyla Paris’te ya da Berlin’de olduğu gibi yüz yıllık sanatçıların gittiği yerlerin yerinde teller esiyor. Mesela Ankara Ulus’ta Kürt Mehmet’ten ötürü Kürdün Meyhanesi olarak bilinen yere çok sayıda edebiyatçı gider. Bu nedenle de 1. Şubenin sivil polisleri orayı mesken tutar. Zaman ilerleyip kafalar cilalandığında kadehler karşılıklı olarak bile tokuşturulmaya başlar. Kimi zaman da beklenmedik bir gaddarlıkla karşılaşılır. Ülkemizde edebiyatçı ve sanatçılara karşı yapılan örgütlü kötülüğün mekanlara yansımasıdır bunlar. Bütün bu sıkıntılara rağmen tarihselliği güçlü yerlerdir. Asıl olması gereken kent mirasının, kültürel varlıklarının yok olmasının önüne geçecek koruyucu imar yasaları, yaşatıcı teşvik programları, belgeleme, akademik çalışmalar ve sanat üretimi için kaynak sağlanmasıdır. Bunlar olmadığı sürece bireysel çabalarla mekanlar korunamaz.

Sizce Ankaranın kültürel ve sosyal dokusu gelecekte nasıl bir evrim geçirecek? Şehrin bu dönüşümünde hangi faktörler belirleyici rol oynayacak?

Z.A.A: İçinde bulunduğumuz çölde kristal küremizde yakın bir vaha görünmese de siyasal iktidarın zayıfladığı, yaşamın her alanında isyanın güçlendiği koşullarda özellikle yerel yönetimlerin çoğulcu ve çözüm üreten yaklaşımları arasında kültür ve sanat zenginliğinin bilincinde olarak tasarruf ve tedbir kıskacından koruyarak toplumu yitirdiği değerlerle yeniden buluşturan uygulamalar tıpkı genç Cumhuriyetin yükseliş yıllarında olduğu gibi hızlı katılım ve dönüşüm sağlayacaktır.

E.A: Genç kuşaklar kent bilincine sahip çıkarlarken, mekanın ruhunu, yerin anlamını daha iyi değerlendirecekler. Çünkü mekanın taşıdığı politik anlamın gücü iktidar sahiplerinin her zaman muktedir de olamayacağını ifade eder bize. Yerlerin anlamından korkan iktidarlar, ötekileştirme, tahrip etme, yok etmenin öfkesini içlerinde taşır. Önümüzdeki günlerde sağduyulu bir biçimde Ankara özelinde cumhuriyet ve kentin dokusunun daha iyi anlamlandırılacağını düşünüyorum.