Ayfer Feray

FÜSUN ERBULAK

1962 yılında Haldun Dormen, Küçük Sahne’den Ses Tiyatrosu’na taşındı. Liseyi bitirmiş, edebiyat fakültesi, felsefe bölümünde okuyorum. ‘’Ayı Masalı-Refik Erduran’’, yazıyor kapıdaki afişte… Ayberk Çölok’un önerisi ile içeri giriyor ve inşaat molozları arasında işe alınıyorum. Ailem karşı çıkıyor ama dinlemiyorum.

‘’Eğlendiren değil, eğlenen ol’’ diyor babam… Beni yurtdışına gönderip yönetmen yetiştirmekten söz ediyor.

Kadroda Ayfer Feray, Nisa Serezli ve Şevkiye May da var. Güçlü bir oyuncu Ayfer Feray… Dirençli. Bir keresinde Altan’a; O kadar küçük bir odada yaşıyorum ki, pencereyi açtığımda karşımda aydınlığın duvarını görüyorum. Hep orada denizi, martıları, güneşi görebileceğim günleri özleyip duruyorum, diyor.

Altan da evinin anahtarını araklayıp, bir matine suare arası odaya giriyor. Kalın fırçasını bir uzun dal parçasına bağlayıp karşı duvara deniz, martılar , bulutlar, bir de kayık resmediyor. Yağmurda akmasın diye üzerlerini fiksatifle örtüyor. Acaba bu resim o boşlukta hala durmakta mıdır?

Ertesi sabah Ayfer, pencereyi açtığında çılgına dönüyor. ‘’Altan’ın işi bu’’ diye düşünmeden edemiyor. ‘’Son Yaprak’’ öyküsü ile filmini de hatırlıyor. Tiyatroda oyuncular kıskançlık krizleri geçiriyorlar.

‘’Bizde böyle boşluk falan yok ama duvarlarımıza birşeyler çizebilirsin ‘’ diyorlar.

Ayfer’in başından bir evlilik geçmiş. Bir kız ve bir erkek çocuğa kavuşmuş. Ben tanıdığımda duldu.

Samsun’un ünlü ailelerinden (yani çok zengin demek oluyor), ünlü birinin oğlu ile flört etmeye başlıyor. Ama aile oğullarına; O bir oyuncu, namuslu olamaz. Dilediğin gibi yat kalk, eğlen ama evlenemezsin, buyuruyor.

Samsun’a turneye gittiğimizde herif onu gezdirir düşüncesiyle, hepimizden çok gece elbisesi getirdi Ayfer… Ama Istanbul’da hemen hemen her gün görüştüğü adamı, Samsun’da hiç göremedi.

Ve Amazon Kadınlığı depreşip, çok üzülmesine karşın, adamı terketti. Onu sözümona teselli ederken, Simone De Beauvoire’dan cümleler aktarırken, kadın-erkek ilişkileri üzerine doçentleştim adeta. Bana çok sey öğretti.

Ailelerin namuslu, el değmemiş kız takıntıları halen geçerli maalesef…

Ayfer, turnelerde çok neşeli bir kadındı. Tuvalet bulamadığımız uzun yolculuklarda, yol üstündeki tek katlı gecekonduların kapısını tıklatır ve ‘’çok sıkıştım’’ derdi. Peşinden çoğumuz eve doluşurduk. Evdeki çocuklar, genç kızlar etrafını sarar, onunla şakalaşırlardı. Çoğuna resim imzalayıp verirdi. Çaylarımızı da içip, yeniden yola çıkardık.

Bir film çekiminde, ateşe eğilip fal bakan bir kadını oynuyor. Uzun peruk takmışlar, saçlar tutuşunca peruğu çıkartmak ya da ateşi söndürmek kolay olmuyor. Hastanede ziyaretine gittiğimde hamileydim. Yüzüm ne hale geldiyse; Korkma, karnında bebeğin var. Bana fazla bakma, dedi. Ayna vermiyorlardı, O da sürekli, ‘’ne olur söyleyin, çok mu berbat’’ diye soruyordu.

Bir Hürriyet muhabiri, üst kat odayı kiralayıp kendini bağlayarak Ayfer’in odasına sarkıp fotoğrafını çektiğinde, Altan “Sakın kızmayın, işini yaptı” demişti.

Haldun’un sevgili eşi Betül Mardin Londra’daydı. Beyaz örtülere sarınıp havaalanına gitti. Betül’ün aracılığı ile Londra’da uzun bir tedavi süreci geçirdikten sonra, gene sahnelere dönüp çılgınca alkışlandı. Jean Cocteau’nun tek kişilik ‘’İnsan Sesi’’ ni oynadı. Sırtı dönük başlardı oyuna… Göğsünde gıdısında yanık izleri belirgindi. Kendine güveniyle salonu birkaç ay doldurabildi.

Yıllar sonra, Erol Simavi’nin Bodrum’daki köşkünde, müştemilatta yaşamaya başlıyor. Erol Bey kendisine orada bir ev veriyor. Annesi ve kızkardeşi ile oturuyorlar. Kalabalık davetleri organize ediyor. Erol Bey’in sohbetlerine katılıyor ve pek tabii deniz gören pencere hayali gerçekleşiyor. Altan’la ikimiz, Çevre Tiyatrosu ile Bodrum’a turneye gittiğimizde Ayfer’e uğradık. Evde kimse yok. Altan, açıktaki barın üzerinden tuz alıp yere ‘’Ayfer seni çok seviyorum’’ yazıyor.

Ayfer her zaman dilediği gibi yaşadı. Ne mutlu!..

Altan her zaman sevinç ve mutluluk dağıttı. Ne güzel!..