İşler içinden çıkılamayacak kadar karışınca “Ayıkla pirincin taşını” diyoruz ya… Peki, durum daha kötüyse, taşın pirinci de ayıklanabilir mi?

Erdoğan, 10 büyükelçiye “Bu ne terbiyesizlik” diye çıkışarak, “Gerekli talimatı ben de Dışişleri Bakanımıza verdim. … ‘Bu 10 tane büyükelçi bunların bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz’ dedim. Zira bunlar, Türkiye’yi tanıyacaklar, anlayacaklar, bilecekler, bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler”, dediğinden beri memlekette “devlet aklı”yla hareket eden kaldıysa, yapmaya çalıştıkları bu: Taşın pirincini ayıklamak!

Bu yazı yazılırken çabalarının ne sonuç verdiği ve şimdi sizin bildiğiniz kabine toplantısı kararları henüz belli değildi.

Talimatla Merkez Bankası başkanlarını değiştirerek, talimatla faizi belirleyerek, talimatla “10 tane” büyükelçiyi sınır dışı etmeye kalkarak, savcılara yargıçlara talimat vererek, gri listeyi kara listeyi umursamayarak gelinen nokta ortada: Lira inceldiği yerden kopacak, zaten bir nefeslik kalmış canlar tümden çıkacak!

Bu gidişatı akılla açıklayabilen kimse yok. Konuştuğum kimi Batılılar, 10 büyükelçinin birden istenmeyen adam ilan edilebileceğine bir türlü inanamıyor, her karşılaştıklarına “Olabilir mi?” diye soruyor, kendilerini bizim Dışişleri yerine koyarak çıkış yolları arıyorlardı:

“Elçiler bir kez daha çağırılır. Bu kez kameralar ve basın önünde… İç kamuoyuna ‘son kez uyardık, hadlerini bildirdik’ denir. Herkes mesajını alır. Konu soğumaya bırakılır.”

Anlaşılan, “Büyükelçiler krizinde bir ihtimal daha var” diyen A. Selvi’ye de benzer şeyler söylenmiş. Dün o da kabine toplantısından “diplomasiye şans veren bir sonuç umduğunu, ummak istediğini” yazmıştı.

Son zamanlarda yaşananları alt alta koyunca yalnız iki olasılık düşünebiliyorum. Ya akıl tümüyle devreden çıktı ve ülke kontrolsüz bir şekilde sürükleniyor ya da iktidar pozisyonunun ancak milliyetçi bir histerinin kutuplaştırdığı çatışma ortamında sürdürülebileceğine inanan bir akıl (?) devrede.

O akıl, memlekette artık ne kadarımızı inandırabilirse; Türkiye’nin bölgedeki yükselişinden rahatsız olan ABD ve Avrupa’nın “çokuluslu müdahale”siyle karşı karşıya ve içerideki muhalefetle birleşmiş dış düşmanlara karşı topyekûn bir savaş halinde olduğumuzu söylüyor. Böylesi bir “beka meselesi” varken, açlığın ve işsizliğin teferruat olduğunu anlatarak iktidarın çöküşünü engelleme hesabı yapıyor.

Böylesi bir felaket senaryosuyla iktidarı uzatabileceklerini düşünüyor ve “Dünya bir yana biz bir yana” hamasetinin yine işe yarayacağını sanıyor olmalılar! Ancak, cumhurbaşkanlığını bıraktığından beri pek konuşmayan Abdullah Gül de “Bu gidiş gidiş değil” diye uyarırken, bu akla (?) iktidar çevresini bile ikna etmek zor.

AKP’nin ilk dışişleri bakanı Y. Yakış, büyükelçi sınır dışı etmenin savaşın bir adım öncesi anlamına geldiğini söyledi ki o noktaya ulaşmadan yaşanacaklar da altından kalkılabilir şeyler değil! Selvi’ye göre, 15 dakikada yapacağımız sınır dışı 15 yılımıza mal olabilirmiş!

İşi bu türden durumları yönlendirmek olan Dışişleri’nin dün kabine toplantısı başlayana kadar dışarıya verdiği görüntü “izlemek”ten ibaretti.

“Taşın pirincini ayıklama” noktasına geldiysek ve her iş talimatla yapılıyorsa, şu daha “akılcı” değil mi? Kapatalım Dışişleri’ni, Merkez Bankası’nı, hatta dev bütçeli Diyanet’i… Ekonomiyi, diplomasiyi ve doğal olarak din işlerini en iyi bilen, talimatla falan da uğraşmadan, direkt kendisi yapsın ne yapılacaksa!

Kapatılan kurumların bütçesi de cepte kalır, belki ekonomi biraz toparlanır!

Not: Yazıyı gazeteye gönderdikten sonra, elçiliklerden, Kavala açıklamaları konusunda en küçük bir tavır değişikliği anlamına gelmeyen ve malumun ilamı “Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine riayet etmeyi teyit eder”iz açıklaması geldi. Bu da, “geri adım attırdık, özür dilettik” diyerek “sınır dışı” açıklamasından geri adım atmanın yolu açıldı demektir!