İlettikleri inanılır gibi değil. Doğru değilse, anlatanın yalancısı olayım diyeceğim ama onun yalanını duymadım şimdiye dek. Arada bize gelir, eve yardıma. İnsan, can dosttur. “Dalgın, düşünceli görünüyorsun bugün” diyorum ona. Elindeki bezi sıkıyor da sıkıyor. “Sorma abi başıma gelenleri” diyor. “Soruyorum: Ne oldu?” Belli ki bir şeyler olmuş, yüzünden düşen bin parça. “Adam bizim mahalleli…” diye başlarken, ”Dur, bırak şunu elinden, rahatla…” diyorum. Oflaya puflaya sandalyeye çöküyor. “Herifçioğlu demez mi; 23 Nisan, 19 Mayıs nasıl kutlanıyorsa, Hz.Muhammed’in günü de öyle olmalı. Kadir gecesi sokaklarda kuran okunmalı, ilahilerle kutlanmalı… Sonra biz Ramazanda oruç tutarken millet yemek yiyor, su içiyor; sigara yasağı gibi yemek yasağı gelsin Ramazanda…” “Ciddi mi bu?” diyorum. Beni duymazca ivedilikle “Bir de bunu söyleyen kim biliyor musun?” diyor. “Kim?” diye zar zor araya girebiliyorum. “Evli barklı, üniversite mezunu…” diyor. “Bak şuna!” diyorum. Bizimkisi dinginleşemiyor: “Oruç, tamam, sen yemiyorsan yeme, ‘yememe hakkın’ var yani, ama oruçlu değilsem benim de ‘yeme hakkım’ var değil mi?!” diyor. “Ayrımında değil, ayrımcılık yapıyor!” diyorum; “Ayrımcılık dersen, çeşit çeşittir boy boy…”  “Hiç güleceğim yok yani…” dese de yumuşayıveriyor. “Yoo,” diyorum, “her konuda uygun bir kılıf bulur kendine ayrımcılık. Kimileyin bilinçli, kimileyin bilinçsizce ağzından dökülüverir bir anda bir sözle… CNN’de Aysever’in bence başına gelen tam bu değilse de… “Kim o?” diye giriyor araya. “Aykırı Sorular diye program yapıyor…”  “Ben o kanalı izlemem!” diyor “Ben de pek…” diyorum. “TV’de gezinirken gözüm takılıverdi Huysuz Virjin’le konuşurken…” “Aaaa, ben onu severim” diyor bizimki: “Ne konuştu?” “Bir soru ki, şaşırmalarımın sonu gelmeyecek: “Zeki Müren, eşcinsel miydi?” “A-a, Huysuz ne dedi?” “Dursun Seyfioğlu hiç de huysuzlaşmadan şöyle yanıtladı: Zeki Müren benim arkadaşımdı. Şimdi sizle de arkadaş olduk. Zeki Müren'e de sormadım size de sormuyorum...” “Programcıya bak?! Neyse cinsel hayatı, sana n’oluyor?! Ben Zeki’nin sesini bilir, sesini severim, gerisi beni ilgilendirmez! Hem bu ‘aykırı’ değil de, nasıl dersin sen, hah evet, ‘ayırımcı’ soru bence…” “Sanki ana sorun; sorulan sorunun gerisinin gelmemesinde, bağlanmaması sıkı bir yere, bir şeylere…” diyorum. “Özetleyiverdin ha…” diyor. “Ama düşün ki her özette bir eksiklik bulunabilir” diyorum. “Savunuyor musun sen bunu?” diyor; “Memlekette soru mu kalmadı? Yemek yasağı nasıl olacakmış onu sorsaydı mahalledeki bağnaz herife de, soru sormak nasıl olurmuş onu öğrenseydik bir…” “Sen de aklına geleni, vır vır... Karıştırma, konuları” diyor ve kesiyorum: “İstersen dön işine artık…”

Enver, BirGün’de diye nasıl sevinmiştim. Sanırım bu TV işi çıkınca gitti BirGün güme… Oysa TV, yayılganlık (popüler) da sağlasa gelip geçici bir şey bence. Yazmak, başka… Yazarken düşünürsün taşınırsın öyle aymazlıkla (gaflet) dalamazsın bir konuya, atamazsın bir sözü öylesine ortaya, ki gerisi de ne…