Anayasa Mahkemesi geçen hafta, Suruç Katliamı’yla ilgili bir başvuruyu daha reddetti. Ret kararında da bombalı saldırıya maruz kalan gençleri, “bir terör örgütünün gençlik yapılanmasının üyeleri olduğu iddia edilen bazı kişiler” diye tanımladı. Haliyle bu tanım tepki gördü, bombayı patlatana değil, ölenlere düşmanlık beslendiğinin bir yansımasıydı.

Peki, reddedilen kararda ne vardı?


Avukat Sezin Uçar ile konuştum, “Bu AYM’nin reddettiği üçüncü başvurumuz” dedi, şu bilgileri verdi: “Katliam, faillerden birinin hakkında arama kararı olmasına ve saldırı istihbaratına rağmen gerçekleşti. Ancak Anayasa Mahkemesi, başından beri sistematik şekilde devlet yetkilileri ve yargı makamlarının lehine karar veriyor. Toplamda üç başvuruyla ilgili hiç hak ihlali tespiti yapılmamış oldu.”

AYM’nin reddettiği bu son başvuruda da Suruç’un MİT tarafından denetlenen bölgelerden biri olduğu açıkça ifade ediliyordu.

Suruç Katliamı davasının müdahil avukatlarının dilekçesinde, AYM’nin kale almadığı savlarından bazıları şöyleydi: “Katliamı gerçekleştiren Abdurrahman Alagöz ile ilgili soruşturmanın başında ulaşılan bilgilere göre, IŞİD ile bağlantılı olduğu ve Suriye’de eğitim aldığı kesindir. Babası iki ay önce oğlunun IŞİD’e katıldığını Emniyet’e bildirmişti. Daha önceki ihbarlardan da ağabeyiyle birlikte ‘terör amaçlı kayıp şahıs’ olarak aranıyordu. Abdurrahman Alagöz’ün HDP’nin Diyarbakır mitingindeki bombalı saldırının failiyle de bağlantısı vardı. Telefon görüşmeleri tape’leri dosyaya girmişti.”

Alagöz’ün ağabeyi, Adıyaman’daki İslam Çay Ocağı’nı işletiyordu ve her iki bombalı saldırı olayında da adı geçiyordu.

Bilgiler burada da bitmiyor, Ankara Garı Katliamı’nda da aynı isimlerle karşılaşıyoruz. Sadece biz değil, savcılık da karşılaşıyor ama hepsi her seferinde serbest kalıyor.

AYM’nin reddettiği dilekçede buna da değinilmişti: “Ankara Katliamı sonrası ailelerin başvurusu üzerine başlatılan soruşturmalarda, Adıyaman’da Dokumacılar grubu olarak bilinen IŞİD hücresinin deşifre edildiği, Suruç ve Ankara bombacısının aralarında bulunduğu IŞİD’liler hakkında El Kaide üyeliğinden soruşturma başlatıldığı, ancak serbest bırakıldıkları görülmektedir. Polisin bombalı saldırının faili Yunus Emre Alagöz’ün iletişimini dinlediği ve hem Suruç bombacısı kardeşi hem de Ankara bombacısının saldırıda bulunacağını bildiği anlaşılmaktadır.”

Dilekçede ayrıca, bombalı saldırıdan üç gün önce Emniyet Müdürlüğü’ne saldırı istihbaratının geldiği, Suruç Katliamı sonrasında Ankara saldırganı Yunus Emre Alagöz hakkında 23 Temmuz tarihinde yakalama kararı çıkarıldığı halde yakalanmaları için hiçbir girişimde bulunulmadığı ifade edildi.
Saldırganlar, tape’lerle ilgili sorgulanıp serbest bırakılmıştı.

Yani, telefonu dinlenen saldırgan ile diğer saldırganların bağlantılı olduğu ve bu kişilerin saldırı düzenleyeceğinin bilindiğini Emniyet kayıtlarıyla ortaya koydular. Zaten saldırganın adı, dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun bahsettiği ama eylem yapmadan yakalayamayacaklarını söylediği “canlı bomba listesi”ndeydi.

Dosyadaki Mülkiye Müfettişliği ön inceleme raporunda dahi “saldırılara karşı yeterli güvenlik tedbirlerini almadıkları değerlendirildiğinden Kaymakam ve İlçe Emniyet Müdürü hakkında soruşturma izni verilmesi gerektiği” sonucu yer alıyordu. Aynı raporda, Abdurrahman Alagöz’ün 13 Ekim 2014’te Suriye’ye gittiğinin öğrenildiği bilgisinin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı’na bildirildiği ancak bu bilginin istihbarat birimlerine ulaştırılmadığı” tespiti de yapıldı.

Yapıldı da ne oldu?

AYM bu bilgileri ciddiye almazken yaptığı tek tespit, ölenleri suçlamaktı. Saldırılarla ilgili bu benzetme çok yapıldı ama, bitmeyen bir Kırmızı Pazartesi içerisinde yaşadığımız gerçeği hiç değişmedi.