Fransa’da gişe rekorları kıran film bir özgürleşme hikâyesi. Filmi yazan-yöneten Guillaume Gallienne annesiyle birlikte filmde oyuncu olarak rol alıyor

Ayna, ayna, söyle bana!

BEN, KENDİM VE ANNEM

Ayna Kuramı diye bir kuram var. Kurama göre çocuk için anne ve babası bir tür ayna gibiler. Çocuklar kendileri hakkındaki fikirlerini anne ve babalarına bakarak oluşturuyormuş. Anne ve babası çocuk hakkında ne düşünüyorsa çocuk da kendisi hakkında aynısını düşünüyormuş. Çocuklarını beceriksiz gören anne ve babaların çocukları kendilerini beceriksiz , becerikli gören anne ve babaların çocukları kendilerini becerikli görüyormuş.
Aslında bu kuramın basit bir halk deyişinde de ifadesi var: “Bir adama 40 gün deli dersen, deli olur”. Yani bilim adamları zaten bilinen bir gerçeği teyit etmişler.


ANA KUZUSU
“Ben, Kendim ve Annem”in kahramanı Guillaume’un (Guillaume Gallienne) trajedisi annesinin aynasında gördüğü kendi imgesine inanması. Filmin Fransızca orijinal adı zaten her şeyi anlatıyor: “Delikanlılar ve Guillaume, sofraya!”. Burada delikanlılar Guilaume’un iki erkek kardeşine karşılık geliyor. Sorun şu ki Guillaume da bir delikanlı. Ama annesi onu bir delikanlı olarak görmüyor. Kızı olarak görüyor. Kendisine 20 küsur yıl kız ya da gay muamelesi yapılan Guillaume iyi bir kadın olmak için elinden geleni yapıyor. Önce annesini, sonra diğer kadınları taklit ediyor. Âşık bile oluyor erkeklere. Ama iş cinselliğe gelince Guillaume erkeklerden hiç de hoşlanmadığını dehşet içinde fark ediyor.   

GERÇEK KİMLİĞE KAVUŞMAK
Kendisini heteroseksüel sanan ama zaman içinde önce kendisine, sonra da çevresine açılmayı başaran homoseksüel hikâyeleri bir tür oluşturabilecek kadar çok. Filmin sonunda kahraman gerçek cinsel kimliğine kavuşarak özgürleşir ve seyirci de onunla birikte sevinir. Burada da tersinden aynı hikâye var. Kahramanımız Guillaume gerçek cinsel kimliğine kavuşarak özgürleşir, seyirci de sevinir. Ama aynı hikâye tersinden ister istemez sorunlu oluyor. Çünkü heteraseksüellik bastırılan değil bastıran, egemen kimlik. Bu durumda, “oh be ibne değilmiş!” gibi bir durum ortaya çıkıyor. Aslında Guillaume’unki de kendisine dayatılan bir kimliği kabul etmeyerek, kendi gerçeğini hayata geçirmesinden ibaret. Ama yine de heteroseksüellikle homoseksüelleğin toplumsal değerler içindeki eşitsiz konumu filmin ekşi bir tat bırakmasına neden olabilir.
Ayrıca Guillaume’un kendisini buluşu fazla apar topar, fazla krizsiz gerçekleşiyor. Annenin akıl almaz bencilliği çok kolay affediliyor. “Ben, Kendim ve Annem”in bir ton ödül topladığını ve Fransa’da gişe rekorları kırdığını belirtelim. Her şeye rağmen bu bir özgürleşme hikâyesi. Guillaume Gallienne yazmış, yönetmiş ve hem kendisini hem de annesini oynamış.

 

***

KARABASAN
 

Babanın kitabı

Karabasan ayakları yere sağlam basan korku filmlerinden. Hatta belki de biraz fazla sağlam basıyor yere. Kahramanının ruhsal sorunlarıyla kabusları arasında net bağlar kuruyor. Tedavi edilmeyen travmanın, inkar edilen acıların, yaşanmayan yasın insan ruhunu ne kadar derinden etkileyebileceğini, acının insanı canavara dönüştürebileceğini gösteren bir hikayesi var filmin.
İşin ilginci bu haftanın iki filminde de çocuklarını mahveden ya da mahvetmeye çalışan annelerin olması.


FİLMİN HİKÂYESİ BAŞIYOR
Amelia’nın sorunu çoğu insan gibi akıldışı bağlantılar kurması. Amelia oğlunu doğurmak üzere kocasıyla birlikte hastaneye giderken, kaza geçiriyor. Amelia’nın kocası kazada ölüyor. Amelia çocuğunu doğuruyor doğurmasına ama kaybını inar etmeyi, kocasından hiç söz etmemeyi tercih ediyor. Oğlunu ise kocasının kaybından sorumlu tutuyor. Tabii, bunu kendisine bile itiraf etmiyor. Babanın hayaleti (babaduk) bütün aile için bodrumda yaşamaya devam ediyor ve birgün çağrılıyor.
“Karabasan” düzgün bir film. Ama belki daha akıldışı, daha zor okunur bir film olsaydı daha iyi olurdu. Sembolik düzeyde söylediklerini nerdeyse bir de tercüme edip önümüze koyuyor. Yine de fena değil.