Öyküsünü ayna üstüne kuran filmlere özel bir ilgim var. Bilinç-bilinçdışı ilişkisi ve kişinin kendi olabilme süreçleri gibi konularda bu kadar yoğun ve derin metafor gücü taşıyan nesnelerin sayısı çok değildir. Örneğin pencereler, kapılar, merdivenler, küvetler, tünel ve köprüler de çok kuvvetli malzemelerdir; sahip oldukları ‘doğum-ölüm’, ‘bir dünyadan başka bir dünyaya geçiş’, ‘içeriden dışarıya/dışarıdan içeriye bakış’ gibi güçlü anlamlar sayesinde seyircinin filmle ilişkisini derinleştirirler. Ama aynanın yeri bir başkadır.

Jacques Lacan’ın tanımladığı şekliyle, çocuğun kendini ilk kez bir aynada gördüğü an ‘ayna dönemi’ başlar. Bu dönemin özelliği, o zamana kadar kendini sürekli gördüğü kişilerle (en çok anne, sonra baba) özdeşleştiren çocuk, yansıması sayesinde hem görünüşüyle hem de varlığıyla farklı olduğunu keşfetmeye başlar. Bu keşif, anneden kopuş ve birey olma aşamasının en güçlü anlarından biridir.

Bu özneleşme sürecinin ve temel nesnesi olan aynanın en güzel kullanıldığı filmlerden biri The Matrix’tir (1999) örneğin. Robotlar tarafından kurulmuş bir simülasyon evreninde yaşayan Kevin Anderson, dünyasındaki yansımaları fark ettikçe matrix yanılsamasından (simülatif anne) uzaklaşır, nihayet gerçek dünyaya ve kimliğine (Neo) uyanır.

Anneden kopuş süreciyle ilgili en ünlü ayna anlatısı, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler olsa gerek. Grimm Kardeşler’in 1812’de yayımladığı bu masalda kopuş süreci epey çapraşık ve ‘yansımalı’dır: Pamuk Prenses aynaya bir kez bile bakmaz, aynaya bakan ve farklılık konusunda bilinç sahibi olan kişi üvey annedir. Ama Pamuk Prenses’in saraydan uzaklaşmasıyla kopuş süreci beklendiği gibi yaşanır.

Farklı bilinç düzeyleriyle ilişkisi yüzünden ayna, korku filmlerinin de başat nesnelerinden biridir. Bu da normal bir şey tabii; ayna, bodrum-evin yaşama alanı-çatı katı (id-ego-süperego) arasındaki geçişler için en az merdiven ve kapılar kadar, hatta bazen daha önemli bir geçide dönüşebiliyor. Edebiyatta en iyi bilinen örneği, ilk seferinde tavşanı takip ederek ağaç kovuğuna girip Harikalar Diyarı’na giden Alice’in bu sefer şöminenin üstündeki aynanın içine girdiği Lewis Carroll kitabıdır: Through Looking-Glass/Aynadan İçeri.

Carroll’ın eğlenceli bir masal havasında ele aldığı düşüncenin, sinemada tam tersi bir şeye dönüştüğünü görüyoruz: Aynalara bakmayın, orada başka şeyler görebilirsiniz. Aynalara gece vakti asla bakmayın, çünkü kesinlikle başka şeyler görürsünüz!

Bu haliyle aynanın, korku sinemasının belki de en gerici metaforik nesnesi olduğunu söylemek mümkün. Özneleşme süreci ve kendinin farkında olmak gibi olumlu kavramlar, ‘olduğumuz şey’ ile ‘olduğumuzu sandığımız şey’ arasındaki devasa fark, korku sinemasının muhafazakar ideolojik evreninde, ayırdına varılmaması gereken -sanki böyle bir şey mümkünmüş ve elimizdeymiş gibi!- dehşet unsurlarına dönüşüyor.

***

Geçen hafta gösterime giren Behind You/Korku Evi (2020) tipik bir gerici ‘aynalı korku’ öyküsü anlatıyor. Aynaları kullanarak dünyamıza geçmeye çalışan bir ifritin, geçidi açabilmek için kız çocuklarını kullandığı filmde dikkati çeken ilk unsur, anlatıda sadece bir erkek karakterin bulunması: Korkunç ifritin, onu bu dünyaya geçiren aracıların ve kurbanların kadın olduğu filmdeki tek erkek, koruyucu ve iyi bir karakter olarak seyirciye güven vermek için orada duruyor. Hem sahip olduğu iki kocaman fallik silahla ifriti öldürebilecek güç ve kararlılığa sahip olduğunu gösteriyor, hem de istediğinde yaratıcı güce dönüşebiliyor -bahçeye çiçek dikerek ‘toprağa tohum atıyor’.

Filmin sözü edilebilecek diğer bir özelliği ise, senaryosunun epey kötü ve boşluklarla dolu olması. Ama bu da, en azından seyircinin zihinsel aynasının bir köşesinde, filmin sözünü etmeye bile değmeyeceği anlamına geliyor galiba...