Aynı gökyüzü, aynı keder…

Başlık, Behçet Aysan’ın “Bir Eflatun Ölüm” başlıklı şiirinden. Esin Afşar’ın 1987 yılında yayımlanan “Ruhi Su’ya Türkü” başlıklı albümünde Erkan “Dede” Oban’ın bestesiyle seslendirdiği bu şiir, Aysan’ı tanımama sebep. Ankara’ya geldiğim ilk yıllarda onun katıldığı bütün etkinliklere gitmiş, onunla birlikte Metin Altıok’tan Ahmet Erhan’a, Ahmet Telli’den Şükrü Erbaş’a uzanan Ankara şiir camiasını tanımış, yolumu zenginleştirmiştim. Etkinlikten etkinliğe koştuğum, deli gibi okuduğum, dinlediğim dönemdi. Bir sazlı buluşmada sahnede görerek hayran olduğum Hasret Gültekin’i, bir anma gecesinde dinlediğim, kitaplarını yutarak okuduğum Asım Bezirci’yi hep Ankara’da tanıdım. Ankara’yı, biraz da Behçet Aysan’ın şiiriyle sevdim, Sincan’dan, Mamak’tan şehre inen çamaşırcı kadınları onunla bildim. 1993 yılının 2 Temmuz günü, Metin Altıok’un “şiirin gerçek başkenti” diye tanımladığı Ankara’daydım, haberi orada aldım. İnternetin olmadığı, haberleşmenin aksadığı günlerdi ve bilgileri, televizyonların saat başı verdiği bültenlerden öğrenebiliyorduk. Arkadaşlarımızı, sevdiklerimizi şenliğe göndermiş, onların dönüşünü beklerken dostlarımızla taziye evinde buluşmuştuk. Yaşadığım en kötü günlerden biriydi. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşanan, bugün bile utançla baktığımız bir kara kalkışma. Devlet görmezden geldi, olaylara seyirci kaldı ve toplanan mahlukat, gözü dönmüş bir şekilde bir otel dolusu insanı yaktı. Yazarken bile içim çekiliyor.

2 Temmuz, iki büyük halk ozanını da kaybettiğimiz gün: Âşık Nesimi Çimen ve Muhlis Akarsu. Çimen’in sazı emin ellerde; oğlu Mazlum ve torunu Saki, adını yaşatıyor, türkülerini yarına taşıyor. Muhlis Akarsu’nun türküleri de öyle, dilden dile yayılıyor. Edip Akbayram’ın seslendirdiği Alaaddin Us şarkısı, tam da bunu anlatıyor aslında: “Kararmış yüreğin hiç ışığı olmaz / Bilmez misin ki türküler yanmaz…” Şarkıda, içimizdekiler satırlara dökülüyor: “Güneşin ak yüzüne bir duman çöktü / Bir türkü çığlıkla ateşe düştü / Kuytu bir köşede bir çiçek küstü / Döktü yaprağını, boynunu büktü…”

ACI ŞARKILARLA BUGÜNE TAŞINIYOR

Şarkılar, Sivas acısını bugüne taşıyor. Müziği eğlence olarak görenlere ve yaşanan her acılı olayda onu susturanlara inat yapar gibi… Bugünlerde yasaklarla boğuşan, konser verebilmek için çabalayan, yaşananları en çıplak hâliyle şarkılarına aktardığı için iktidarca sevilmeyen ve engellenmek istenen Grup Yorum’un “Sivas / Gün Tutuşur” adlı şarkısı “yumrukluyorum duvarları” sözüyle başlıyor ve haklı olarak şu sorular soruluyor: “Yiğitlik midir emanet cana kıymak? Yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp karanlığa kurban etmek?” Kızılırmak, “Biz ölmedik rüzgâr olduk / Dosta selam olsun diye” dizesiyle acıyı anlatıyor; Zülfü Livaneli, Ataol Behramoğlu’nun şiirinden bestelediği “Yangın Yeri”nde şunları söylüyor: “Yaşamak bu yangın yerinde / Her gün yeniden ölerek / Zalimin elinde tutsak / Cahile kurban olarak / Yalanla kirlenmiş havada / Güçlükle soluk alarak / Savunmak gerçeği çoğu kez / Yalnızlığını bilerek…

Bu kadar değil, Emekçi’nin “Sivas Ağıdı”, Âşık Mahzuni Şerif’in “Sivas Dramı”, Fazıl Say’ın oratoryoları, Demirhan Baylan’ın “Bildiğin Şeyler”inden Duman’ın “Köpekler”ine uzanan rock cenahından katkılar, Akın Eldes’in, Almora’nın, Asafated’in şarkıları ve daha nicesi, o gün yaşananları bize anlatıyor, dünde unutulmaması gerekeni geleceğe taşıyor. Bir kere daha altını çizeyim: Şarkılar en iyi, en etkili aktarıcı.

ayni-gokyuzu-ayni-keder-751804-1.



Sivas’ta yaşananlar hakkında elbette çok şey söylenebilir ama bu, acımızı dindirmiyor. Özeti şu: Sevdiğimiz, takip ettiğimiz, merak ettiğimiz insanları elimizden aldılar. Memleket müziği, Ankara’nın şiiri büyük yara aldı, örselendi. Bu acı her dem tazeyse, 27 yıldır dinmiyorsa, dinmek bir yana her geçen yıl hasretle birleşerek daha da artıyorsa, sebebi bu. Sivas Katliamı’nı unutmamak, unutturmamak gerekiyor. Anlatmak zorunda olduğumuz, hep canlı tuttuğumuz, “keşke yaşanmasaydı” dediğimiz bir hadise bu.

Sivas sonrasında yapılan en etkileyici şarkılardan biri, Cahit Berkay imzalı “Issızlığın Ortasında”. Tüylerimizi diken diken ediyor, günü yeniden yaşatıyor. Moğollar, bu şarkıyı her konserde söylüyor ve hemen öncesinde hep aynı cümleyi kuruyor: “Katillerden hesap soruluncaya kadar söylemeye devam edeceğiz!” Yazının sonunu bu şarkı getirsin. “Türküler Yanmaz”da karşımıza çıkan “günü gelir sanma hesap sorulmaz” dizesini de kıyısına iliştireyim, zira bugün taltif edilen katiller ve yardakçıları elbet bir gün yargılanacak. O güne dek bu şarkı çalınacak, söylenecek: “Bir düş gördüm geçenlerde / Görmez olsaydım ah olsaydım / İçime şeytan girdi sandım / Keşke hiç uyumasaydım // Birdenbire / Ateş ve duman / Feryad-ı figân / Sanki el ele / Geliyor habire / Üstümüze // Canlar sazlar / Kan oldular / Kesildi teller / Durdu nefesler / Ama hâlâ / Dimdik ayakta / Ayaktalar // Çığlık kalleş / Sessizlik mi dost / Ateş ve duman / Hain düşman / Issızlığın ortasında.”

Sivas acısının üzerinden yirmi yedi yıl geçti ama her şey hâlâ aynı. Behçet Aysan özetlemiş: “Aynı gökyüzü aynı keder / Değişen bir şey yok ki…”