‘Yol Ayrımındaki Türkiye: Ya Özgürlük Ya Sefalet’ kitabı raflarda yerini alan Doç. Dr. Selçuk Şirin: Ayrıştırıcı siyaset var. ‘Ülke kötüye gidiyor’ diyenlerin oranı yüzde 60’ları geçmiş durumda. Topluma yeni bir vizyon sunan bir siyaset, önümüzdeki döneme damga vuracaktır

Ayrıştırmaya karşı duran, siyasete damgasını vurur

Ömür Şahin Keyif-omursahin@birgun.net


New York Üniversitesi’nden Doç. Dr. Selçuk Şirin, ‘Yol Ayrımındaki Türkiye: Ya Özgürlük Ya Sefalet’ kitabınını yurttaşları uyandırma maksadıyla yazdığını söylüyor. Şirin, “Bu yol sefalet yolu, ya özgürlüğü tercih edeceğiz ya da sefalet içinde debeleneceğiz” diyor.
Doç. Dr. Selçuk Şirin, bugüne kadar bir kısmı Hürriyet ve BirGün’de yayımlanan yazılarını güncelleyerek bir kitapta topladı. ‘Yol Ayrımındaki Türkiye: Ya Özgürlük Ya Sefalet’, eğitim, ekonomi, siyaset üzerine yazılan veriye dayalı analizlerden oluşuyor. Türkiye’nin eğitim sistemine özgür, eleştirel düşünmeyi ve yaratıcılığı körüklemesi gerektiğini her fırsatta dile getiren Şirin’in analizlerinde, verilerle ortaya koyduğu bu eksikliğin sonuçları göze çarpıyor. Selçuk Şirin, Doğan Kitap’tan çıkan kitabını ve ‘yol ayrımı’nı anlattı.

ayristirmaya-karsi-duran-siyasete-damgasini-vurur-81396-1.

Nasıl bir ‘yol ayrımı’nda Türkiye?
Türkiye bu yol ayrımına politik değil ekonomik gerekçelerle geldi. Belli bir kapasitede artık, eğitim, teknolojik ve kurumsal altyapısı itibariyle. Orta gelir tuzağı dediğimiz ülkeler grubuna dahil oldu. Milli gelir 10 bin dolar dolaylarında. 3-5 bin dolardan, 10 bin dolara çıkmak kolay. Sıkıntı 10 bin dolardan 20 bin dolara çıkmak. Türkiye 2008’de, kişi başı milli gelirde 10 bin dolar bariyerini buldu. Yedi yıldır o yol ayrımında bekliyoruz. 2013’ten bu yana Türkiye kişi başı milli gelirde ilerlemeyi bıraktı, geriliyor. 2016’ya kadar Türkiye’de kişi başı milli gelir her gün biraz daha gerileyecek. Herkes biraz daha fakirleşecek. Niye? Çünkü yapısal hiçbir reformu yapmadınız. Şu an dünyadaki bütün ekonomik analizlerin temelinde yatan bir gerçek var; adil rekabet (toplumun kaynakları sadece bir kesime değil herkese açılacak), bilgiye ulaşma özgürlüğü ve eleştirel düşünceye dayalı eğitim yoksa, kalkınamıyorsun. Bir anlamda demokrasi olmadan zengin olmak artık mümkün değil. Bu üç alanda reform yapmazsak soframızdaki ekmek eksilecek. Bu kitabı bir son uyarı; uyandırma, silkeleme maksadıyla yazdım. Bu yol sefalet yolu. Ya özgürlüğü tercih edeceğiz ya da sefalet içinde debeleneceğiz.

Seçmenin bir kısmının geçen seçimde ‘yol ayrımı’ hissiyle sandığa gittiği söylendi. Ancak seçim yenileniyor. Bunun nasıl etkileri olacak?

Seçimin doğrudan maliyeti 2 milyar lira. Dolaylı maliyeti 50-60 milyarı buluyor; belirsizliğin verdiği maliyet. Bir de insani maliyeti var; geçen seçimden bu söyleşiyi yaptığımız güne kadar 694 kişinin hayatına kıyılmış. Türkiye’de ciddi anlamda bir ayrışma var. İnsanlar yüzde 8 oranında birbirlerine güveniyorlar. Dünyada birbirine bu kadar az güvenen toplum yok gibi. Zaten yanıbaşımızda iç savaşlar var, bütün bu karanlık tabloya bakınca erken seçim çok kötü bir tercihti.

Sonuçta bir değişiklik olur mu?
Bu seçimin sonucu pek bir şey değiştirmeyecek. Ama başka umulmadık bir şey olacak. Önümüzdeki seçimde sol oyunu artıracak. Sol derken CHP ve HDP’yi birlikte sayıyorum çünkü 1970’lere gittiğinizde hatta 1980 sonrası ilk seçime gittiğinizde bugün HDP’nin güçlü olduğu her yerde o dönem solu temsil eden merkez partinin güçlü olduğunu görürsünüz. HDP kadrolarının önemli bir kısmı eskiden CHP’nin milletvekiliydi.

Az önce bahsettiğiniz ayrışmayı Konya’daki maçta yaşananlar çok iyi özetliyor. Bu ayrışma ne kadar ileri gidebilir sizce?
Türkiye toplumu uzunca bir süredir kamplara ayrılmış durumda. Bu belki son dönemlerde sosyal medyanın da etkisiyle daha belirgin olmuş olabilir ama çok yeni değil. Ben tam tersine bu ayrışmadan rahatsızlık duyanlarda bir artış görüyorum. Ülke kötüye gidiyor diyenlerin oranı yüzde 60’ları geçmiş durumda. Bu endişenin kendisinin bir dönüştürücü pozitif enerji olduğunu görmek lazım. Bu enerjiyi örgütleyen, topluma yeni bir vizyon sunan bir siyaset, önümüzdeki döneme damga vuracaktır.

Daha önce yaptığımız söyleşide ‘eleştiriden korkan ülkeden icat çıkmaz’ demiştiniz. Konuyu kitabınızda da işlemişsiniz. Sosyal medyayı sallayan ‘Yerli’ otomobil prototipine ne diyorsunuz?
Bu konuda kitapta bir yazı yazdım. ‘Başlığı Ford’u bırak Tesla’ya bak!’ Şu kadarını söyleyeyim şu an bir yerli otomobil üretsek 19. Yüzyıl teknolojisini 21. Yüzyıl’da ortaya koymuş olacağız. Ne önemi var? Adam o teknolojide sana 100 yıl fark atmış, mümkün mü yakalaman? Ama bakın yeni bir yarış başlıyor. Tesla o yarışın ilk prototipi. Benim arabam pille çalışıyor mesela. Akşam fişe takıyoruz sabaha pil dolu. Şimdi sen bu teknolojide yarışa girmek varken neden yüz yıl evvelki yarışa girersin anlamış değilim. Demek ki dert başka.

Kitabı bitirirken kendi öğrencilik yıllarınızı da anlatmışsınız. Babanızın ODTÜ’ye gidişinizdeki etkisini, evdeki kütüphaneyi… Bugün ile o gün arasındaki fark bilgiye verilen değer mi?
Kültürün belirleyici olduğuna inanmıyorum. ’Türkler niye böyle çünkü Türkler şöyle’. Birbirini tekrar eden bir mantıksızlık zinciri. Kültür sistemin çıktısıdır. Sistemi değiştirmezseniz kültürü de değiştiremiyorsunuz. Cumhuriyet kuşağı ve ondan sonraki kuşaklarda eğitim, toplumda yükselmenin araçlarından biriydi. Son dönemde artık böyle değil. İyi bir arabaya biniyorsanız veya üç tane daireniz varsa üniversite mezunu olmanıza gerek yok, size bizim köyde kız verirler artık. Ama yine Türkiye’nin bir köyünde, gecekondusunda, babası benimki gibi eğitime inanan çocukalar var, o çocukları babası da ‘Bak oğlum burada ODTÜ var, sen oraya git’ diyordur… Ümitsiz yaşanmaz. Ben her hafta aynı benim gibi köy okullarında okuyan, okula yürüyerek giden gençlerden çocuklardan onlarca mail alıyorum.

Kitabı yazarken neyi hedeflediniz?
Çok somut bir amacım vardı. O yüzden fiyatını da mümkün olduğu kadar düşük tuttum. Amacım Türkiye’nin şu dönemde bir karar vermesi. Hem kendimizden hem dışardan örneklerle kararsız ve umutsuz okurları da bir anlamda bir karar vermeye davet ediyorum. Diyorum ki eğer istersek önümüzdeki 10 yılda hem 20 bin dolar gelir seviyesine ulaşıp zengin bir ülke hem de daha insanca yaşanan çocuklarına umut veren bir ülke yaratabiliriz. Basının önünde engellerin değil özgürlüklerin olduğu, hayallerden korkulmayan ve herkesin sisteme adil bir şekilde katıldığı bir hukuk sistemi yaratabiliriz. Bunu dünyada yapan pek çok ülke var. Kitapta uzun uzun çeşitli ülkelerin nasıl başardığını anlatıyorum. Bizden de başarı örnekleri veriyorum… Amacım başarılı modellerle Türkiye’de her şeye rağmen neyin mümkün olduğunu göstermek.

Çağrınız seçime yönelik mi?
Kitabın seçimden önce çıkmasını iyi bir tesadüf oldu. Çünkü seçim bir karar verme süreci. Ama asıl çağrım, seçime değil, çünkü bu seçim son değil daha çok seçim olacak önümüzdeki dönemde. Asıl çağrım Türkiye’ye dair hayali olan herkese. Bu hayalleri çoğaltmalarını istiyorum. ‘Bu hayaller, hiç ilgisi olmayanlara, nasıl anlatılır’ konusunda formüller ortaya koyuyorum.

Uzun yıllardır yurtdışındasınız. ‘Hocam, uzaktan hayal etmek kolay’ diyenler oluyor mu?
Zaman zaman özellikle Twitter’da ‘Tabii New York’tan bu iş öyle görünüyor’ gibi tepkilerle karşılaşıyorum. ‘Hocam sen bilmezsin’ diyorlar yani… Ama hatırlatmak istiyorum, ben 18 yaşına kadar bir köyde yaşadım. Türkiye’nin en başarısız ilinin en başarısız lisesinde okudum. Evet 20 yıldır Amerika’dayım ama son 5 yılımın 2,5 yılını fiziki olarak Türkiye’de geçirdim. Gitmediğim şehir neredeyse kalmadı. Aynı zamanda Türkiye’de çok geniş kapsamlı kamuoyu araştırmaları da yaptık bu dönemde. Dolayısıla Türkiyenin nabzını çok yakından hem bilimsel hem de gözlemsel olarak tutuyorum. Bir de tabi ‘Denizin içinde olup da denizi görmeyen balık’ olmak var; Türkiye’nin dışında olmam New York Üniversitesi’nde ders veriyor olmam bu anlamda bana başka bir perspektif de veriyor. Bu bir ayrıcalık ve ben bu ayrıcalığımı bir sorumluluk olarak görüyorum.

‘Kaygılıyım ama umutluyum’
“Türkiye çok sancılı bir süreçten geçiyor, bu süreçte doğal olarak ciddi kırılmalar olacaktır. Ama Türkiye şu geçtiğimiz dönemde pek çok şeyi belki de ilk defa sorguladı ve öğrendi. Solun toplumsal desteği hiç bu kadar güçlü olmamıştı, 70’lerden bu yana. Türkiye tarihinin en büyük iki katliamı son iki ayda gerçekleşti. Buna bakarak umutsuz olmamız gerekiyor ama kaygıyla umudu karıştırmamak lazım. Son derece kaygılıyım ama aynı zamanda umutluyum. Evet karanlık bir noktadayız ama umutlu olmak için pek çok gerekçemiz var.”