Nejla Doğan/Eğitimci YKS sonuçlarının açıklanmasının ardından öğrenciler için tercih yapma süreci de birkaç gün içinde başlayacak. Ancak bu tercihlerin öğrencilerin istek ve beklentilerini, geleceğe yönelik hayallerini ne ölçüde karşılayabileceği, yetenek ve potansiyelleri ile ne kadar örtüşeceği tartışmalı. Çünkü sınav odaklı eğitim, öğrencinin potansiyelini ortaya çıkarmayı değil, ona belli bir bilgiyi yüklemeyi hedefliyor. Öğrenciyi de ancak […]

AYT, TYT, YKS… Üç harfe sıkıştırılan hayatlar

Nejla Doğan/Eğitimci

YKS sonuçlarının açıklanmasının ardından öğrenciler için tercih yapma süreci de birkaç gün içinde başlayacak. Ancak bu tercihlerin öğrencilerin istek ve beklentilerini, geleceğe yönelik hayallerini ne ölçüde karşılayabileceği, yetenek ve potansiyelleri ile ne kadar örtüşeceği tartışmalı.

Çünkü sınav odaklı eğitim, öğrencinin potansiyelini ortaya çıkarmayı değil, ona belli bir bilgiyi yüklemeyi hedefliyor. Öğrenciyi de ancak bu bilgiyi sınavda kullanabildiği ölçüde başarılı sayıyor. Böylesi bir eğitim, öğrencinin bilim, sanat, spor gibi eğilimlerine kör kalıyor, bunları önemsizleştiriyor. Eleştirel düşünme, akıl yürütme, sorgulama, kendi tercihlerinin farkında olma gibi becerilerini köreltiyor. Böylece bilgi, öğrenci açısından dogmatik ve yüzeysel bir görünüme bürünüyor. Öğrencilerin çok büyük bir kısmı, eğitim-öğretim süreçlerinde kendi ilgi alanlarının farkına varamadan bir yükseköğretim programına yerleşiyor.

Sınav gerçekten adil mi?

Her ne kadar öğrencilerin yükseköğrenim ve mesleki gelecekleri sınava endeksli bir biçimde belirlense de, paradoksal olarak ortaöğretimde verilen eğitimin gittikçe yetersizleştiği; temel bilimlerdeki basit becerileri bile kazandırmaktan uzaklaştığı görülüyor. Öğrenciler ve aileler iyi bir gelecek için umutlarını iyi bir üniversite eğitimine bağlasalar da; ortaöğretimin hızla niteliksizleşmesi, okullar arasındaki olanak ve başarı farkının her geçen gün artması, öğrencilerin eşitsiz koşullarda bir yarışa girmesine neden oluyor. Geçmişte göreli de olsa sosyal hareketliliğin önünü açan okullar, mahallesindeki herhangi bir okulda eğitim alan bir öğrencinin üniversiteye gidebilmesine olanak sağlıyordu. Bugünün koşullarında ise mahalledeki okul, imam hatip ve meslek lisesiyle özdeşleşmiş durumda. Başarı düzeyi açısından merkezi sınavlarda en gerilerde yer alan bu okulların MEB tarafından bir dayatma haline getirilmesi, birçok öğrencinin üniversite hayalini en baştan yok ediyor.

Devlet okullarında verilen eğitimin yetersizliği, aileleri zorunlu olarak etüt ya da kurs merkezlerine, özel okullara yönlendiriyor. Özellikle orta ve alt sınıflar geleceğe yatırım yapma umuduyla kimi zaman borçlanarak kimi zaman temel ihtiyaçlarından kısıntı yaparak eksiklikleri telafi etmeye çalışıyorlar. Tüm eğitim süreçlerinin sınavlara göre belirlenmesi ama buna rağmen devlet okullarındaki eğitimin MEB eliyle niteliksizleştirilmesi, üniversiteye hazırlık sektörünü de dev bir piyasaya dönüştürüyor.

Yükseköğretimden yüksek işsizliğe geçiş

Ailelerin tüm bu fedakarlıkları, öğrencilerin daha iyi bir gelecek için okul ile kurslar arasında koşturmaları, yaşamdan ve ilgi alanlarından uzak kalmaları bir bölüm kazanmakla sonuçlansa da; tamamen siyasal amaçlar doğrultusunda ve plansız bir biçimde açılan üniversiteler nedeniyle yükseköğrenim mezunu her dört gençten biri işsiz. Üniversite mezunlarının %36’sı mezuniyet sonrasındaki ilk üç yılda hiçbir şekilde iş bulamıyor. Dolayısıyla bugün artık iş bulmak için üniversite eğitimi almış olmak da yeterli değil. Bu nedenle bir umut olarak girilen üniversiteler, sürecin sonunda umutsuzluk yaratan mekanlara dönüşüyorlar.

Bu umutsuzluk, üniversite eğitimini yarıda bırakan öğrenci sayısına da yansıyor. Son beş yılda 1 milyonu aşkın üniversite öğrencisinin okulu bırakıp çalışmaya başlaması, üniversite eğitiminin artık bir gelecek vaat etmekten uzak olduğunu gösteriyor. Bu nedenle önümüzdeki asıl sorun; sınava ilişkin teknik konulardan çok, sınavlı sistemin yarattığı eğitimsel/toplumsal sorunlar ve eğitimle istihdam arasında gittikçe açılan makastır.