‘Kan Konuşmaz’, Meşrutiyet-Cumhuriyet arasındaki tarihi bir kesiti anlatırken, bu kesit kimine bir insanın hikâyesini ve değişimini, kimine de bir ideolojinin etkin hale geldiğinde yeni bir insanı nasıl yaratabileceğini çok güzel anlatıyor

Az bilinen bir Nâzım Hikmet romanı

CÜNEYT GÖKSU

Kan Konuşmaz' az bilinen bir Nâzım Hikmet romanı, Komünist Nâzım’ın romanı. İstanbul’un bir döneminden insan manzaraları sunuyor bizlere. 1936’da Orhan Selim takma ismiyle ‘Son Posta’ gazetesinde yayımlanan roman Birinci Dünya Savaşı öncesi İstanbul’da başlayıp, 1930’ların Cumhuriyet’ine kadar geliyor. Roman, toplumcu gerçekçiliği doğrudan doğruya okuyucuya aktarıyor. Okurken bir Yeşilçam film senaryosuna bakar gibi hissedebileceğiniz bölümler olsa da, Nâzım’ın yazdığını hatırdan çıkarmazsanız, ustanın satır aralarında çizdiği İstanbul resimlerini, insan davranışlarını, dostluğu, ihaneti, sevgiyi, emeğin kutsallığını yakalıyorsunuz.

Esnaf olarak hayatını sürdürürken, savaşın getirdiği yıkım ve fakirlikten nasibini alan Nuri Usta ilk defa, işçi olmanın ne demek olduğunu anlayıp değişirken, daha önce çalıştığı köşkün evsahibinden hamile kaldıktan sonra Nuri Usta’nın eşi olan Gülizar ve oğul Ömer de, bu değişime ayak uydururlar.

Nuri Usta’nın güncel kahvehane sohbetlerinde tanıştığı kimi karekterlerle hayatı tahlil edişi ve savaş sırasında her şeylerini kaybederken, İstanbul işgal edilirken, fakirleşirken, nerdeyse yok olmaya yüz tutmuşken, birdenbire tanıştığı komitacılarla başlayan dönüşümü arasındaki açı muazzam. Nuri Usta, artık daha çok okuyan, düşünen, sorgulayan ve aynı zamanda öğrendiklerini hayata geçirirken de işkenceden geçen birisi olur.

Nuri Usta’nın bu yolculuğu sırasında, Ömer de, savaştan ölüsü gelenlerin, daha da fakirleşenlerin, İstanbul Hükümeti’nin jurnalcılarının, işbirlikçilerinin, savaşı fırsat bilip daha da zenginleşenlerin ve tabii bütün bunlara sessiz kalmayıp isyan edenlerin arasında, Nuri Usta ile büyür. Doğduğundan beri anasının memesinden gayrı içemediği sütü ilk defa bir sütçü dükkanında Bulgar komitacı abisinden içerken, mahalle arasında sahip oldukları bir avuç leblebiyi ya da istifçi bakkaldan ‘kamulaştırdıkları’ bir teneke gazı paylaşırken çoktan devrimci olmuştur bile.

Nâzım, o günleri yansıtırken tabii ki tercihlerini kullanıyor; kendi halinde yaşayan insanların yorgun bedenlerini savaşa taşırken kopan uzuvlarının utanç ve üzüntüsü ile ölümlerini resmederken, ölümün yoksullar için olduğunu, kalanların da devlete hizmet adı altında çalıştırılıp başkalarını zengin ederken, savaştan nemalananların hep varolduğunu...

Nâzım Hikmet'in devrimci romantik anlatımıyla, sınıf bilinci gelişen Nuri Usta, Sait ve Stoyan yoldaşlardan aldığı birikimle, Ömer'in tasvirleriyle de, giderek daha da 'kusursuz' bir karakter halini alıyor.

Romandaki önemli simgelerden olan Ömer’in oyuncak trenine kimleri alıp almayacağını keskin netlikte seçmesi emekçi olan olmayanlara karşı gösterdiği tavır ile koşuttur.

Nâzım anlatmak istediklerini hep dolaylı olarak, imgelerle, tasvirlerle anlatıyor. Bu belki onun romancı yanından belki de anlattıklarının o dönemin Türkiyesi'nde sakıncalı olmasındandır. Bu dolaylamadan bence en çarpıcı ve detaylı olanı, Ömer’in avukatlık bürosu için bir hanın, küçük bir odasını tuttuğunda duvara astığı üç resimde saklı. Nâzım’ın roman boyunca kullandığı referanslar bu resimlerde vücut buluyor ve Ömer’in dünya görüşünü somut olarak dışa vuruyor. Kitapta bu resimlerin kime ait oldukları açıkça söylenmiyor ama dikkatli okuyucular bunu kolayca anlayabilir.

Kitabı okurken, Nâzım’ın kullandığı eski dil sebebiyle bazen sözlüğe başvurmak gerekiyor. Ama yine de kitaptan uzaklaşmadan devam edebiliyorsunuz.

Her filmde, romanda veya bir başka sanat eserinde olduğu gibi, o eserden size ne kaldığı, sizin birikiminiz, merakınız, algınız ve sanatçının yani Nâzım’ın neyi düşünerek bunları yazdığı ile ilgilidir. Kitap, Meşrutiyet-Cumhuriyet arasındaki tarihi bir kesiti anlatırken, bu kesit kimine bir insanın hikâyesini ve değişimini, kimine de bir ideolojinin etkin hale geldiğinde yeni bir insanı nasıl yaratabileceğini çok güzel anlatıyor.