Sırtımızdaki bohçanın çöpü yetmezmiş gibi, bir de üzerine son on yılın çürümüşlüğü eklendi. Sanki göklerden gelen bir mesajla ‘çorbada tuzu olan buyursun’ denmiş de yeni Türkiye’nin inşası için eski Türkiye’den sorumlu olanlar kolları sıvamak zorunda kalmış gibi… Altılı Masa’ya bakınca benim gördüğüm bu. Hepsi de, Türkiye siyasetinin bugünkü halinin tohumlarının atıldığı yıllardan tanıdığımız yüzler. Yine de bu bir araya gelişi küçümsüyormuşum gibi anlaşılmak istemem. Bunun bir mecburiyet olduğu ortada. Ancak, kadın cinayetlerinin rutine bağlandığı; LGBTİ bireylere yönelik nefretin örgütlü bir tehdide dönüştüğü; çocuk istismarının son on beş yılda yüzde dört yüz artış gösterdiği, özetle her türlü suçun ve hak gaspının yaşandığı ülkemizde, demokrasi iddiasıyla bir masaya oturup da ne İstanbul Sözleşmesi’nden kaçabilir ne de siyasi rakibinizle kavga ederken “çocukluğunda tecavüze uğramış çocuk psikolojisi..” diye söze başlayabilirsiniz. Hele ki, Türkiye’yi ayağa kaldıran H.K.G. davası yeni başlamışken…

***

İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G.’yi, müridi Kadir İstekli’yle 6 yaşında ‘evlendirip’ yıllarca tecavüze maruz bırakılmasıyla ilgili davanın ilk duruşması hafta başında görüldü. H.K.G.’nin 2020 yılında şikayette bulunmasına rağmen sanıklar adli kontrolle serbest bırakılmıştı. Aile Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde, iki yıl boyunca sonuca bağlanmayan davadan kamuoyu gazeteci Timur Soykan sayesinde haberdar oldu. Soykan’ın yayımladığı belgelerle, tecavüzün ilk kez 2012 yılında, yani H.K.G. henüz on dört yaşındayken bir doktorun ihbarıyla tespit edildiğini ama soruşturmanın sahte belgelerle üzerinin örtüldüğünü öğrendik. Mahkemenin ilk duruşma için altı ay sonrasına gün vermesi tepkiyle karşılanınca duruşma tarihi ocak ayına çekildi. Ömre bedel bir işkencenin adalet önüne gelişinin uzatılması da elbette başka bir işkenceydi. Belli ki kamuoyunun ilgi ve öfkesinin tarikat üzerinden çekilmesi arzulanmıştı. Ne de olsa İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu, tabutunun başına iktidar mensuplarını toplayacak kadar muteber biri olarak görülüyordu.

Duruşma günü adliye önünde toplanan Hiranur Vakfı üyelerinin canhıraş şeyhlerini savunması şaşırtıcı değil elbette. Sonuçta onlar, mutlak bir sorgusuzluk eğitiminden geçmiş, hem kendine hem dünyaya karşı kör ve sağır edilmiş birer meftun. El öperken şeyhin ittirmesiyle yere düşse, düştüğü yerden bu defa eteğine sarılacak kadar değeri çalınmış, şahsiyetini yitirmiş kimseler. Hayatlarını, öte tarafın hurisi bol cennetine hazırlıkla geçirirken, şirket sahibi, lüks araba meraklısı, jet skilere binen liderlerinin dünya malına düşkünlüğüne kafayı pek takmıyorlar. Din ve ahlak bilgisini bir türlü bir araya getiremedikleri için 6 yaşındaki çocuğun davulla zurnayla kendi tecavüzüne hazırlanmasını sorgulamıyorlar. Cemaatlerini “AKP azgın azınlığa yol verme” sloganı atabilecek kadar güçlü ve kalabalık görüyorlar. Çünkü yüzlerine dev aynası tutan tanıdık eller var.

***

Tarikatların iktidarlar tarafından desteklenmesi eski mesele. Kamu kaynaklarının, ‘dernek statüsü’ edinen tarikatların hizmetine sunulması onların ticari olarak güçlenip ayakta kalmasını sağladı, sağlıyor. Tarikatlara ait vakıflar vergi muafiyeti kapsamında. İzne gerek duymadan yardım toplayabiliyorlar. Bu bonkör destekler sayesinde şirketleşen tarikat ve cemaatların devlet içinde örgütlenmesinin nelere yol açabileceğine dair örnek yakın tarihimizde mevcut. Devlet erkanıyla birlikte pek çok kırmızı kurdele kesen Fethullah Gülen, ‘ben de isterim o iktidardan’ diyerek, ordu içinde kurduğu ordusuyla darbeye kalkışabilecek kadar güçlenmişti. Artık onun yerine yeni muteberler var: Menzilciler, Süleymancılar, İsmailağacılar… Laik ve demokratik cumhuriyet değerleriyle kavgalı bu tarikatlar, siyasi destekçileri sayesinde kamu kaynaklarından bedelsiz yararlanma, vergiden muaf tutulma, kamu kadrolarında görevlendirilme gibi ayrıcalıklara sahipler. İktidarın tuttuğu dev aynasına baktıklarında azı çok, çoğu az görüyorlar. Türkiye’nin doğal bitki örtüsüymüş gibi sunulan bu dini görünümlü ticari yapıların siyasi güçle donatılmış, üzerine bir de yargı koruması geçirilmiş halinden daha azgın bir şey yok.

Mahkeme H.K.G. davasıyla ilgili Aile Bakanlığı’nın talebi ve ‘genel ahlak’ gerekçesiyle gizlilik kararı aldı. Salonda biz bize oturalım, dışarı fazla laf çıkmasın demektir bu. Ve asıl ‘genel ahlakı’ ilgilendirdiği için herkesin orada söylenenleri duyma hakkı, mecburiyeti var. Çünkü bu mağdurun psikolojisini koruma değil, aksine etrafını saran savunma hattını tarikat lehine kırma girişimi. Azgın azınlığın yüzüne tutulan bu dev aynasını kırmak şart.