BirGün Gazetesi’nin ortaya çıkardığı istismar skandalına dair “utanç davasının” ilk duruşması pazartesi günü Kartal’da görüldü. Bilindiği gibi, henüz duruşma gerçekleşmeden evvel iddianameyi hazırlayan savcı Ercan Ateş’in görev yeri belirsiz nedenlerle değiştirilmişti, yanı sıra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da mahkemeden gizlilik kararı talep etmişti. Pek çok sivil toplum örgütü, baro başkanı ve siyasi parti temsilcisinin takip etmek istediği davanın “toplumsal” niteliği bilfiil devlet tarafından inkâr edilmek isteniyor, infial yaratan olayın daha ortaya çıktığı ilk gün koparılan “münferit vaka” yaygarasının hukuki kılıfı hazırlanıyordu. Nitekim bakanlığın talebini emir telakki eden “bağımsız” mahkeme heyeti tarafından da “genel ahlak” gerekçesiyle duruşmanın kapalı görülmesine ve davaya yayın yasağı getirilmesine karar verildi. 27 Şubat’a ertelenen davanın peşini bırakacak değiliz elbet, lakin sanıklar ve onların çanakçıları olan tarikatçıların böylesi bir durumda bile takınabildikleri tavır başka bir meseleye daha işaret etmeyi gerektiriyor: Bugün artık “resmen” iktidar ve dahi muhalefet tarafından tedarik edilen özgüvenlerine…

***

Yusuf Ziya Gümüşel’in avukatlarından Mehmet Okatan davayı takip etmek isteyen diğer avukatlara “ne idüğü belirsizler” diyerek salona giriyor örneğin. Haliyle tepkilerle karşılaşıyor, fakat ansızın devreye giren sosyal medya trolleri hemen ona tepki gösterenleri “provokatör” ilan ediveriyor, “solcular davayı provoke etmek istiyor” diye bir yaygara daha kopuyor; “aman din düşmanlarına geçit vermeyin!” Müdafiiler tarafından davaya katılmak isteyenlerin dosyayla ilgisiz olduğu söyleniyor. Hatta Avukat Fatih Atalay’ın deyişiyle “İslam’a kin kusmak” isteyen, “dini inanışlara hakaret edenlerin” duruşmaya katılma taleplerinin reddedilmesi isteniyor. İsmailağa Cemaati’ne bağlı bir kısım meczup da adliye önünde toplanmış. Sarıklı tayfanın tamamı erkek, yanlarında utanmadan bir de çocuk getirmişler. Dışarıdakiler dua okuyor, tekbir getiriyor. Ellerinde nefret kusan dövizler, önlerinde “TAHLİYE GÜNÜ HASETÇİLER UTANSIN” yazan bir pankart var. Anlaşıldığı kadarıyla sanıklar mahkemede aklanırsa çoktan kamuoyunca bilinen kanıtların hiçbir öneminin kalmayacağını düşünüyorlar. “MAHKEME AZGIN AZINLIĞA YOL VERME” sloganı atıyorlar. Azınlıkta olan da azgın olan da kendileri değilmiş gibi…

***

“Pişkinliğin had safhası” diye yazmıştım ya hani, yanılmışım, daha bir şey görmemişiz. Bunlar tanrıya inanmayı da aşmışlar, kendilerini tanrı sanmaya başlamışlar çoktan. Öyle ki her cürümleri mubah, tavuklarına “kışt” demek dahi “İslam’a hakaret”. Hani “milliyetçilik alçakların son sığınağıdır” derler ya, dincilik de ilk sığınağı işte! Ülkedeki Müslümanların tamamını kendi sapıklıklarını savunmaya çağırıyor, ha bire “İslam düşmanları” bühtanının ardına saklanıp duruyorlar. Her işlerine dini alet etmeyi huy edinmişler, kendilerini Müslümanlıkla meşrulaştırmaya çalışıyor, dahası toplumla özdeşleştiriyor, yani “çoğunluk” olarak ifade ediyorlar, “çoğunluk” (!) Oysaki standart yurdum muhafazakârıyla da hiçbir bağı olmayan, Türkiye toplumunda “anormal” olan, sapıklığı tescillenmiş, sarıklı uzaylılar bunlar! Hülasa bu ülkede başka Müslümanlar da var ve altı yaşındaki çocuklarını evlendirmek şöyle dursun, “çocuğumun başına bir şey gelir” diye caddede yürürken elini bile bırakmak istemezler. Değil “çoğunluk”, değil sıradan Müslüman, şu an çoğu İslamcı dahi bilhassa da bu vakada onları savunmuyor. Ancak buna rağmen bu yobaz “azınlığın” Müslümanlığından devşirebildiği bu özgüvenin somut bir nedeni de var: Yıllardır “halkımız muhafazakâr, halkımız dindar, halkımızın hassasiyetleri var” diyerekten iktidarın da muhalefetin de ön kabulü haline getirilmiş malum ezber. Bu ezber, işte böyle sapıkları, yobazları ve hatta cihatçı milisleri “standart yurdum Müslümanı” kisvesinde makbul göstermeye, bunların arşa erişen hadsizliklerini halka isnat etmeye yarıyor.

***

Hatırlayın, son dönem artan konser, festival, etkinlik yasaklarına kulp bulmak için bu azınlığın “hassasiyetlerimiz var” diyerekten valiliklere başvuru yapması sağlanmıştı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin gerekçesi olarak da yine bu azınlığa yaydırılan “aile elden gidiyor” vesvesesi toplumsal bir talep gibi lanse edildi. Yine bu azınlığa tertip ettirilen LGBTİ+ karşıtı “aile mitinginin” ardından bir “dip dalga” tanımlanıp, “ailenin sapkın akımlardan korunması” hülyası anayasa değişikliğinin bahanesi haline getirildi.

Şaka gibidir ki iktidar bu tarikatları sürekli böyle kullanmasına rağmen muhalefet de onları karşısına almak değil, arkalamak istiyor. Hatta duruşmanın görüldüğü saatlerde açıklanan Altılı Masa’nın mutabakat metninde bile açıkça görülüyor bu. Örneğin -CHP ve İYİP’in daha önceki programlarında yer alan- “İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş” şerhi %1’lik oyu olan SP’yi incitmemek için silinmiş. “Laiklik” kelimesi yine geçmiyor, tarikatları ve zorunlu din eğitimini sorun eden herhangi bir madde yok. Ha bir de, onlar da “aileyi koruyacaklarını” (!) yazmışlar metne. Anlayacağınız yine bu “azınlık” esas alınmış.

***

Ne diyelim, eğer o Anayasa Komisyonu görüşmeleri de -hem iktidar hem de muhalefet tarafından el üstünde tutulan- bu tarikatların talepleri doğrultusunda sürdürülüyorsa; vay o korumak istedikleri ailenin haline! Varsa “aileyi” tehdit eden “sapkın akımlar”, çocuklara gelinlik giydiren bu tarikatlardan başkası değil çünkü.