“Pandemi sonrası çok daha güç bir dönem olacak. Emek hareketi buna hazır değil. Ortak bir planı ve tutumu yok. Pandemi sonrası normal olmayacak; o nedenle daha olağanüstü bir enerjiye ve kararlılığa ihtiyaç var”

Aziz Çelik: Emek hareketi pandemi sonrasına hazır değil

Emek Servisi

2020 yılı nihayet sona erdi, salgın ise sürüyor. Emekçiler salgının yarattığı tahribatı derinden yaşadı, hâlâ da yaşıyor. Peki, 2020’de yaşadıklarımızdan çıkarmamız gereken dersler neler? 2021 yılında bizi neler bekliyor? Sermaye kesimi ‘yeni normal’e hazırlanırken emek hareketi ne yapıyor, ne yapmalı?
Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi ve gazetemiz yazarı Doç. Dr. Aziz Çelik’e sorduk.

İşte yanıtlar…

► Covid-19 salgını, açlık ve ölüm arasında tercih yapmak zorunda bırakılan, işini ve aşını kaybeden milyonlar… 2020 yılı emekçinin kara yılıydı diyebilir miyiz?
İki büyük savaş ve 1929 krizi bir yana bırakılacak olursa, son yüzyılın en büyük insani, sosyal ve iktisadi felaketi. Kuşkusuz bu büyük felaketlerden emekçiler çok daha fazla etkileniyor. Savaşlarda, salgınlarda emekçiler ölüyor; işinden, gelirinden oluyor. Covid-19 salgınında da öyle oldu. 2020 kara bir yıldı. Emekçiler açısından kapkara bir yıldı. Emekçiler tüm dünyada büyük gelir ve iş kaybı yaşadı, yoksulluk arttı. Covid-19 ne zaman hafifleyecek bilmiyoruz; ama emekçiler için salgının artçı etkileri çok uzun süre devam edecek.


► Covid-19’un işçi sınıfı hastalığı haline geldiğini söyleyebilir miyiz?
Salgının ayrıntılı epidemiyolojik tablosu henüz bilinmiyor. Verilerin detayı açıklandıkça salgının toplumsal boyutları çok daha iyi anlaşılacak. Virüsün insanlara sosyal kökenlerine göre farklı davranmadığı aşikâr; ancak toplumsal koşullar başka bir hastalık ve salgın gibi Covid-19’u da adeta bir işçi sınıfı hastalığı haline getiriyor. Salgınla mücadelenin en önemli yolu eve kapanmak ve mesafe. Ancak işçiler eve kapanamıyor. Çünkü “çarklar dönsün, salgını fırsata çevirelim” zihniyetiyle genel bir kapanma hayata geçirilmedi. İşçiler işe gitmek zorunda kaldı; dolayısıyla daha çok riskle karşı karşıya kaldı ve daha çok hastalandı. Salgınlarda da savaşlarda da depremlerde de önce yoksullar, emekçiler ölür, en çok onlar ölür. O yüzden Covid-19 iktisadi ve sosyal açıdan bir işçi sınıfı hastalığıdır diyebiliriz.

► Hükümet “sosyal koruma kalkanı” adı altında emekçileri korumak için çeşitli adımlar attığını iddia etti. Attı mı gerçekten?
Hayır, emekçiler salgının ekonomik ve sosyal etkilerine karşı ciddi bir korumadan yararlanamadı. Evet, işten çıkarma yasağı gündeme geldi. Ancak bu yasak çeşitli yollarla deliniyor. Öte yandan bu yasağın bedeli ücretsiz izin uygulaması oldu. Ücretsiz izne çıkarılan 2 milyon 200 bin işçiye günde 39 lira reva görüldü. Kısa çalışma ödeneğinden işini ve gelirini kaybeden bütün işçiler yararlanamadı. Öte yandan kayıtdışı çalışanlar, işini ve aşını kaybeden milyonlarca küçük esnaf ve yoksul nakdi destek alamadı. Esnaf 9 ay sonra akla geldi. Yoksul ailelere salgın boyunca toplam bin TL yardım yapıldı. Nakdi destek yerine borçlandırma ve yapılandırma adı altında emekçilerin, yoksulların yükü artırıldı.

SENDİKAL HAREKET ATIL VE PASİF KALDI

► Tek taraflı ücretsiz izin, Covid-19’un meslek hastalığı sayılmayacağına ilişkin SGK genelgesi gibi salgında emekçilere yönelik yeni saldırılar yaşandı. Bunları nasıl yorumluyorsunuz?

Tek taraflı ücretsiz izin uygulaması, işçileri 39 TL karşılığında esir alan insafsız ve izansız bir uygulama haline geldi. Böylece işten çıkarma yasağının içi boşaltılmış oldu. SGK’nin Covid-19’un meslek hastalığı sayılamayacağına ilişkin genelgesi hukuksuz bir genelgedir. Bu genelgeyi dikkate almadan Covid-19’un meslek hastalığı olduğunu savunmak gerekir. Özellikle sağlık çalışanları açısından Covid-19’un meslek hastalığı olduğu yasal bir düzenlemeye kavuşturulmalı.

► Bu saldırılar neden durdurulamadı? Sendikalar bu süreçte nasıl bir sınav verdi?
Bu her şeyden önce bir farkındalık, sınıfsal bilinç, örgütlü güç ve mücadeleyle olur. Sendikal hareket açısından bu üçünün de çok zayıf olduğunu söylemek lazım. Elbette bu saldırıların fakında olan, buna tutum alan, mücadeleye etmeye çalışan sendikal örgütler var. Ancak sendikal hareketin ana gövdesi son derece atıl ve pasif durumda. Sadece kendi üyelerini düşünen sığ bir yaklaşım egemen. Öte yandan “aman siyasal iktidarı üzemeyelim” yaklaşımı çok baskın. Kamu işçiliğinin tekrar belirleyici hale gelmesiyle memleket sendikacılığında yine vesayet sendikacılığı boy gösterdi. Avrupa’da sendikalar Covid-19 ile mücadelede son derece etkin iken Türkiye’de sendikaların esamesi okunmadı. Hükümet de sendikaları dışlayarak hareket etti.

► Öte yandan işçi sınıfı, kıdem tazminatı fonu ve esnek çalışma saldırılarını örgütlü mücadelesiyle durdurmayı başardı. Bu saldırılara karşı üç konfederasyonun birlikte hareket ettiğini gördük…
Kıdem tazminatı ve esnek-ayrımcı alışmaya dönük girişimler işçilerden ve kamuoyundan büyük tepki aldı. Bu yöndeki farkındalık çok önemli rol oynadı. Kıdem tazminatı uzun bir süredir işçiler açısından çok hassas bir konu. DİSK ve Türk-İş de kıdem tazminatı konusunda net tutumlar ortaya koydu. Üç konfederasyonun bu konularda bir araya gelmesi, ortak açıklamaları basıncı artırdı. Üç konfederasyonun uzun bir süredir birlikte davranamıyor olması büyük zaaf. Bunun izahı yok. Oysa geçmişte ortak davranışın önemli etkisi olmuştu. Ancak Türkiye’de bazı sendikalar üzerinde ciddi bir vesayet var. O nedenle ortak mücadele için çok zor adım atılıyor. Ortak açılamaların bile son derece önemli etkisi oluyor, ortak mücadelenin ise çok daha ciddi kazanımlar sağlayacağı açık.

► Asgari ücrette de üç konfederasyon birlikte hareket etti; hatta uzun zaman sonra ortak yazılı açıklamanın ötesine geçilip ortak eylemler yapıldı. Ama sonuç hüsran oldu…
Asgari ücret son yıllarda toplumsal farkındalığın arttığı çok önemli bir mücadele alanı. Asgari ücretin giderek ortalama ücret haline gelmesi, çok daha geniş bir emekçi kesimin ilgisini buraya yöneltiyor. Bu durum asgari ücret taleplerini güçlendiriyor ve beklentiyi artırıyor. Asgari ücret adeta bir ulusal ücret saptama süreci haline geliyor. Hükümet de ücret mücadelesini tek başına karar verdiği bir alanda yürütmeyi tercih ediyor.

Asgari ücrette istenen sonucun alınmamasının temel nedeni bu sürecin bir toplu pazarlık gibi, iş mücadelesi gibi sürdürülmemesidir. Asgari ücret 10 milyon civarında işçiyi doğrudan ilgilendiriyorsa bunların harekete geçirilmesi gerekir. Asgari ücret için barışçı toplu eylem hakkını kullanmak, grev hakkını kullanmak gerekir. Bunlar olmadıkça sonuç hayal kırıklığı olmaya devam eder. Sendikacılığı toplu iş sözleşmesi yetkisiyle sınırlamamak lazım. Asgari ücret sendikal mücadelesinin en önemli alanlarından biridir.

aziz-celik-emek-hareketi-pandemi-sonrasina-hazir-degil-824497-1.

YENİ FORM ARAYIŞI

► Bu yıl Bağımsız Maden-İş, PTT-Sen gibi bağımsız sendikaların mücadelesini yükselttiğine tanıklık ettik. Öte yandan özellikle yılın ikinci yarısında birçok yeni bağıms��z sendika kuruldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum her şeyden önce artan toplumsal ve sınıfsal dinamizme işaret ediyor. Sınıfsal talepler kendine uygun örgütsel formlar arıyor ve bulmaya çalışıyor. Sendikalaşma çabalarında belirgin bir artış olduğu, işçi direnişlerinin salgının bütün olumsuzluklarına rağmen durmadığı görülüyor. Yeni sendikaların kurulması ve mücadele eğiliminin güçlenmesi önemli. Sendikaların sermayeden ve devletten bağımsız olması olmazsa olmaz. Ancak bağımsız tekil sendikacılık sonuç alıcı olmaz. Bu çabaların birleşmesi lazım. Türkiye’de sendikal mücadele esasen hep konfederal olarak yürütülmüştür. Sınıfın birliği yaşamsal önem taşıyor. Bu nedenle bağımsız ve mücadeleci birikimlerin benzer eğilimlere sahip sendikalarla birlikte olması gerekiyor.

► Salgın sürecinde Atlas Jet işçilerinin kurduğu A.Z.A.P, Turizm İşçileri Dayanışması, Kafe-Bar İşçileri Dayanışması gibi sendika dışı örgütlenmelerin de yaygınlaştığını görüyoruz. Bu yeni arayışlar, yeni örgütlenme/direniş pratikleri neye işaret ediyor?
Sendikaların eski refleksleri ve alışkanlıkları nedeniyle etkili ve hızlı davranamadıkları, zaman zaman rehavete kapıldıkları görülüyor. Bu açığı resmi sendika biçimi dışındaki işçi örgütlenmeleri alıyor. Ben bunları olumlu görüyorum. Kuşkusuz bu eylemlerin sendika çatısı altında yürütülmesi yeğdir. Ancak bunu sağlayacak enerjik, seri ve mücadeleci dinamikler her zaman söz konusu olmuyor. Bu yeni tip arayışlar ile eski sendikal yapıları karşı karşıya değil, yan yana koymak lazım. Birbirlerinden öğrenecekleri çok şey var. Unutmayalım ki emek mücadelesi sadece tek bir forma indirgenemez. Sendikaların, sendika dışı veya sendika benzeri girişimleri ve mücadeleleri teşvik etmesi ve ortak bir mecrada birleştirmeye çalışması önem taşıyor.

EMEK DAHA GÖRÜNÜR OLDU

► Salgın sürecinde ‘evde kal’ çağrıları yapılırken hayatın devamını sağlayan işçilerin (market işçileri, belediye işçileri, kargo işçileri, kuryeler, sağlık emekçileri) emeği toplumda daha da görünür oldu. Bu durum işçilerin lehine herhangi bir sonuç yarattı mı ya da önümüzdeki dönemde yaratabilir mi?
Salgın emeğin unutulan, görmezden gelinen ve giderek küçümsenmeye başlayan rolünü bir kez daha ortaya koydu. Yaşamın evde kalarak sürdürülemeyeceği, birilerinin hastaları iyileştirmesi, ekmek pişirmesi, toprağı ekmesi, paketleri dağıtması, gıdaları üretmesi, sokakları süpürmesi gerektiği bir kez daha görüldü. Teknolojist söylemlerin sığlığı ve sınırlılığı ile insan emeğinin önemi bir kez daha anlaşıldı. Emek daha görünür oldu. İnsanın dünyaya, hayata bilinçli müdahalesi olarak emeğin rolü daha fark edilir oldu. O nedenle emeği odak noktasına koyan politikaları savunmak daha mümkün şimdi.

PANDEMİ SONRASI NORMAL OLMAYACAK

► MESS Safe, MÜSİAD’ın izole üretim üsleri, Dardanel’de yaşananlar… Bunlar, sermayenin emek üzerindeki denetimini artırma girişimleri olarak değerlendirildi. Sizce bu girişimler önümüzdeki yıl da devam edecek mi?
Salgını emek denetimini artırmak yönünde kullanmak, işçilerin haklarını ellerinden almaya çalışmak her zor dönemde sermayenin talebi olmuştur. Covid-19’u Covid-1984’e dönüştürmek, işyerlerini daha otoriter mekânlar haline getirmek ve böylece emek kontrolünü artırmak güçlü bir eğilim olarak yeniden ortaya çıkıyor. Tıpkı salgının otoriter yönetim eğilimlerini güçlendirmesi gibi, otoriter ve panoptikon işyerleri de arzulanıyor. İşçilerin her yaptığının kontrol edildiği bir çalışma yaşamı isteniyor. ‘Yeni normal’ dedikleri de daha otoriter bir çalışma yaşamı, daha sıkı kontrol edilen bir günlük yaşam. Salgınla mücadele ile hak ve özgürlüklerin dengesi bozulursa -ki pek çok örneği var bunun- bu çalışma yaşamına da sirayet eder. Sermaye bu yönde zorlamaya çalışacaktır.

► Sermaye bu hazırlıkları yaparken, işçiler ve sendikalar ne yapıyor? Emek hareketi pandemi sonrası döneme, ‘yeni normal’e hazır mı? Bu yıl bizi neler bekliyor? Mücadelenin önemli başlıkları sizce neler olacak?
2021’de de toplumun ve emeğin temel gündemi salgının etkisi altında şekillenecek. Salgının ekonomik ve sosyal etkisi sürecek. İşten çıkarma yasağının kalkmasıyla yaygın bir açlık, işsizlik gündeme gelecek. Gelir düşüşleri ve yoksullaşmanın etkisi daha fazla görülecek. Ekonomik kriz çok daha hissedilir hale gelecek. Emek hareketi pandemi sonrasına hazır değil. Ortak bir planı ve tutumu yok. Pandemi sonrası çok daha güç bir dönem olacak. İşsizlik, gelir düşüşü ve yoksulluk temel mücadele gündemi olacak. Sendikalaşmanın sosyal zemini inanılmaz artıyor. Sendikalar bunun farkına varmalı ve “yeni normal”i yeni bir mücadele hattı olarak örgütlemeli. Pandemi sonrası normal olmayacak; o nedenle daha olağanüstü bir enerjiye ve kararlılığa ihtiyaç var.

***

Salgında cinsiyet eşitsizliği derinleşti

► Bu süreç, hayatın devamı için kadın emeğinin ne kadar yaşamsal olduğunu da gösterdi. Diğer yandan kadın işçilerin sorunları arttı…
Salgın işçiler için yaşamı çok zorlaştırdı. Kadın işçiler, çalışanlar için iki kat zorlaştırdı. Artan ev içi bakım yükü nedeniyle kadın işçiler işlerinden daha fazla ayrılmak zorunda kaldı. Nitekim salgın sürecinde kadınların iş kaybının erkeklerden çok daha fazla olduğu görülüyor. Öte yandan evden, uzaktan çalışmak zorunda kalan kadınlar için ev çok daha yoğun çalışılan bir işyerine dönüştü. Salgın kadın işçiler açısından toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirdi ve yoksulluğu artırdı.