“Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler birşeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar.”

Aziz Nesin’in uyumaya değil, rüyalarına gittiği günün ardından on yedi sene geçti. Şimdi büyük ihtimalle çok daha rahat ettiği ama çok da rahat durmadığını tahmin ettiğim bir yerde.  Aziz Nesin’i saygıyla anıyorum, sevgiyle anıyorum, gülerek anıyorum, baş kaldırarak, hüzünlenerek,  özlemle anıyorum. Mezarı olmadığına ve ruhuna Fatiha okumayacağıma göre yazıyorum.

Bazen Türkçe bilmeyen arkadaşlarım; “bu haftaki yazının konusu ne” diye soruyor. Biraz konuşuyoruz, konu ilgilerini çekerse yazdığım konu üzerinde sorup soruşturmaya başlıyorlar. Bu hafta soran olacak diye biraz tedirginim açıkçası. Çünkü nasıl olur bilmiyorum ama Aziz Nesin hakkında yazmak istiyorum. Ne yazacağım, onu da bilmiyorum. Ya soranlara ne derim?  Nasıl anlatılır bu koca adam bilmiyorum ki. İsmini duyunca bile bir gülümsemeye, bin düşünceye kapılıp gidiyorum. Bilmeyenler bilsin, tanımayanlar tanısın, okumayanlar okusun istiyorum istemesine ama o kadar zor ki anlatmaya çabalamak.Kendisiyle çocucukluğumda kitaplarını okuyarak tanıştım ben. Ama kimdir diye sorarsanız nasıl cevap vereceğimi bilemem. Allah aşkına nasıl anlatılır bu adam? Bir Ali’nin babası mı sadece, çocuklara mı yazar « büyüklere » mi? Roman mı yazar, şiir mi, mizah ve oyun yazarı mıdır, sosyolog mudur yoksa? « Eserleri yabancı dillere en çok çevirilen yazar » gibi havalı bir tanım bile ne kadar yetersiz ve soğuk. Benim için Aziz Nesin anlatılmaz bir adam. Onun gibi çok dalgacı, biraz kavgacı, kapıları tekmeleyen, beş metrede beş bin metre yürüyebilen, güldüren, kahkahalar attıran, korkusuz, barışçıl… Olmuyor. Ben onu anlatamıyorum. Yine de kim bu Aziz Nesin derlerse tanımayı çok isteyeceğiniz biri diyeceğim onlara. Deli adamın teki diyeceğim. Düşmanların saldırılarından yuvarlandıkça, yerlere tutup kendimizi saçlarımızdan kaldırmamızı, içki masalarında bir başımızaysak çoğaltıp yalnızlığımızı birçok kendimizle konuşmamızı, bize içki bardağını kendi şerefimize kaldırmamızı öğreten bir adam diyeceğim.  Nesin Vakfı’nın kurucusu olması bile yeter onu sevmeye, takdir etmeye.

Otobüs filmini saçma bulup « ben milletimi bilirim, o kadar Türk bir otobüste İsveçin ortasında 1 hafta kalacak, dışarı bile çıkmayacak.. O kadar zamanda o Türkler dışarı çıkar, üç beş sarışın hatun düdükle, iki de kebapçı dükkanı açar. » diyerek gelmiş geçmiş en gerçekçi film eleştirilerinden birini yapmıştır bence. Yazdıkları, söyledikleri bir yana Nesin aynı zamanda hapsin, sürgünün, darbelerin, Madımak Katliamının, bağnazlığın, yobazlığın, cahilliğin karşısında dimdik duran, yaşadığı bütün talihsizliklere, ayıplara rağmen yılmadan korkusuzca bildiğini, düşündüğünü savunmuş, aptallığımızı güzelce yüzümüze vurmuş bir insandır. Nesin, bu ülkeye fazla gelmiş bir aydındır, yazardır, şairdir, babadır, candır, komik, kendi gibi, ismi gibi, biraz kemikten biraz melekten yapma bir insandır. Şimdi gittiği yerdekileri düşündürdüğünden, güldürdüğünden şüphe etmediğimdir. Bence Aziz Nesin Türkiye’nin başına gelmiş en güzel şeylerden biridir.