Azizler’i sevmek zorunda değilsiniz. Filmin de söylediği gibi azizler zaten yalnız, zaten pek de sevilesi halde değiller.

Azizler zaten yalnız


Murat TIRPAN - murattirpan@gmail.com

Berkun Oya’nın Bir Başkadır’ını izleyenler ikiye bölünmüştü, diziyi sevenler ve nefret edenler... İlginçtir bu iki grubun büyük çoğunluğu da Oya’nın yazdığı yeni film Azizler’i pek sevmedi. Komedisinin zayıflığından, farklı üslupları bir araya getirişindeki iğretilikten, senaryosunun zayıflığından dem vurulmaya başlandı. Baştan söyleyelim Azizler’i sevmek zorunda değilsiniz. Filmin de söylediği gibi azizler zaten yalnız, zaten pek de sevilesi halde değiller.

Filmin daha yeni izlediğimiz Bir Başkadır’dan temel farkı bize tartışmak, hatta sosyal ağlarda birbirimize girmek için yeterince malzeme vermemesiydi.
Malum, Bir Başkadır memleket ahvalindeki çok şeye dokunuyor, politik, sosyolojik ve elbette psikolojik birçok tartışmaya zemin sağlıyordu. Azizler ise sevmedikleri bir işte çalışan birkaç adamın küçük hikâyelerini anlatıyor. Bu hikâye yer yer tuhaflaşıyor, yer yer absürde dönüyor, çoğu zamansa dramatik bir meyilde devam ediyor.

Gelin en güzel testi yapalım filme; Azizler’den abartılı, absürt olanı çıkarırsak elimizde ne kalır? İlişkisinde ve işinde aradığını bulamamış, eve misafir gelip yerleşmiş akraba sıkıntısından mustarip Aziz, eşini kaybettikten sonra kendine gelememiş, tanıdık bir şekilde onun ardından hastalanmış, sosyal hayattan izole Erbil; parayla evine insan çağırıp partiler veren patolojik Alp ve Kuzey Avrupa sineması karakterlerinin soğukluğuna sahip poker-face Cevdet kalır. Bütün bu karakterlerin birbirlerinden medet umduğu bir film bu. Tam da Yıldırım Türker’in Yeni Türkü’ye yazdığı şarkının sözlerindeki gibidir durum: “Buz kesmiş iki ırmak /kavuşamaz birbirine; yabancı iki yalnız /sığınamaz birbirine”

Yalnızlar birbirilerinin dertlerine deva olamıyorlar elbette. Ne Alp evine davet edip gizlice izlediği Aziz’le arkadaş olabiliyor ne Aziz yakınlaşmak istediği Cevdet’ten yoldaşlık bulabiliyor ne de Erbil son günlerinde hayatını değiştirebiliyor, aksine ölmüş eşinin yanına gitmekte buluyor yine çareyi. Buzdolabının üzerinde bir siyah beyaz vesikalık fotoğrafa dönüşmek tek huzuru.

SOSYAL MEDYA YALNIZLIĞI

Kimsenin gerçekten bir dostunun olmadığı sosyal medya zamanlarında geçiyor hikâyemiz. Aristo’nun tanımladığı üç tür dostluğu hatırlarsak işte Azizler bunların hiçbirinin olmadığı bir distopyanın filmi. Aristoteles’e göre üç tür dostluk var: Her iki tarafa yararlı olduğu için birlikte vakit geçirilen yarar dostluğu, birlikte yapılmaktan zevk alınan bir şeyler olduğu için yaşanan dostluklar ve erdemli olduğumuz için birbirimizi sevdiğimiz, birbirimize değer vermemizden kaynaklanan gerçek dostluklar. En kötü halde bile yarar dostluklarına sahip değil midir insan? İşte bu basit görünen filmdeki dehşet verici yan bu, ya elimizde o bile kalmamışsa?

Azizler’deki en ilginç sahnelerden biri şu: Aziz’in iş arkadaşı Cevdet evde yemeği yaktıktan ve paket servislerle dalaştıktan sonra ne yiyeceğini düşünürken Aziz kapıyı çalar ve onu Erbil abiye gitmeye çağırır. Cevdet bir şey demez, çok açtır. Dışarı çıkıp bir şeyler yerler… Sonra eve geri dönerler ve Cevdet kapıyı kapatır girer ama Aziz’i eve almaz. Onunla da gitmez. Aslında ona bir şey vadetmemiştir. Tıpkı bize bir şey vadetmeyen insanlarla iyi hissetmek umuduyla yalnızlığımızı gidermek için vakit geçirmemiz gibi. Karşılıklı yararın bile olmadığı bir ilişki (sizlik) biçimi bu. Azizler’in sorunu başkalarından beklentiye girmeleri, buz kesmiş ırmakların kavuşacağını sanmaları.

KIRIK PLAK GİBİ ZAMAN

Aziz’in sevgilisi ile filmin başında yaptığı ayrılık konuşmasında kırık bir plak gibi takılıyor zaman. Masanın diğer yanında oturan üzgün kadının sorduğu soru: “Hiç çıkarmayacağım demiştin, kolye nerede?” Bütün film belki de kolyenin aranması hikâyesi aslında, kolye bulunduğunda zaman kaldığı yerden akıyor ve Aziz anlıyor ki elindeki tek şeyden, ilişkisinden vazgeçmemeli. Direnmeli. Kolye tıpkı Capra’nın Şahane Hayat’ının meleği gibi ona kadından ayrılırsa gelecekte olanları gösteriyor sanki. Sonrası felaket, felaket... Aziz için kolyesiz hayat Denyo Caner’de sembolize olmuş katlanılamaz bir dünya. Berkun Oya, Azizler için iki seçenek tarif ediyor, ya Alp’in, Cevdet’in ya da Erbil’in boş evlerine mahkûm olmak ya da Denyo Caner’le yaşamaya katlanmayı becerebilmek. Neyse ki aralarında en bilge sayılabilecek Erbil’in Aziz’e bir faydası dokunuyor da filmin sonunda döngüden çıkıyoruz.

Büyük bir film değil Azizler, olmak zorunda da değil. Filmlerden her zaman büyük olmalarını da beklememek lazım. Sonuçta tanıdık bir hissiyatın filmi bu, boş evlerimizde oturup Instagram’dan kafamızı kaldırdığımızda hissettiğimiz şeyin… Filmi de bu hissiyatı da görmezden gelmeyi becerebilirsiniz belki de. Ama arada bir durup kendinize sorun diyor film: “Hiç çıkarmayacağım demiştiniz, kolye nerede?”