Yargı’yla ilgili geçmişte yaşananları sorup duruyor bir dost. Olay bir oyun ya, 25 yıldır sürdürüyorum ya, aşırı ilgili işte… Birkaçını aktarayım derken ve de ederken, “yahu bunları yazsana!” demez mi. “Evet, bunlar yazılmalı, bir kitapta toplanmalı… Tarihsel sürece tanık olma durumudur yani…” diye de sıkıştırıyor. “Geç babam geç,” diyorum, “bana mı kaldı tanık olmak… Ama anılarım dersen…” Suskun. Küs küs bakıyor. Bak şimdi, diyorum içimden: kıramam, dayanamam… “Peki, Yargı daha taze 4.yılı falan. İstanbul’da öğrenciler geliyor, toplu gösterim istiyorlar. İyi de nasıl olur diyorum onlara? Dostum da bana diyor: “Neden olmasın…”  “Olamaz, çünkü kendi yerlerine çağırıyorlar.”  “E, gitmediğin yer yok, sorun ne?”  “Siyasal Bilgiler Fakültesinde oynamamı istiyorlar. Oraya dışarıdan adam sokarlar mı ki, hele Yargı’yı… İlk özel televizyonun yayına başladığı 1990'dan önce olduğuna göre bir tek TV kanalı var, o da devlet kurumu TRT.  Ve orada adından söz edilmesi yasakken, olay bir Sovyet askerinin aracılığıyla savaş karşıtlığını dile getirirken ve barışı savunurken ve bu nedenle çeşitli engellemeler görürken, devletin Siyasal Bilgiler Fakültesinde sahnelenmesi nasıl olası? Olacak, dedi öğrenciler; çünkü hocalarımız da istiyor, destek veriyor. Kimler? Prof.Dr.Ülkü Azrak ve Prof.Dr.Burhan Şenatalar… Oyuna geç başladım, çünkü yerleşemediler bir türlü; 500 kişilik yerde, 600 izleyici…”                                                                                                                           Azrak, 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (O dönemin adıyla Siyasal Bilimler Fakültesi) kuran adlar arasında… 1999 yılında hem Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü, hem Kamu Yönetimi Bölümü Başkanlığı hem de Senato üyeliği görevlerinden dönemin İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu'na tepki göstererek istifa etmiş biri. Şenatalar’ın çalışmaları; kamu kesiminde etkinlik, vergi politikası, sosyal devlet, sağlık ekonomisi gibi alanlar. ‘YÖK sistemi tükendi’ diyen YÖK üyesi. Kimi örgütlerde etkin görevlerde (TÜMAS İst. Şubesi Başkanlığı, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Genel Sekreterliği ve Başkanlığı)… “Onlar olmasa, gerçekleşemezdi senin bu öğrencilerle buluşma” diyor dostum. “Öyle… Daha şaşırtıcısı Gölcük…” Bizimkinde bir heyecan, yeni bir olay daha anlatacağım ya…                                                  “Taşınıp duruyoruz. Kızıltoprak’ta alt katta kutu kutu minnacık ama çepeçevre güllerle çevrili bahçe içinde bir ev… Kiralayacağız da, sahibi Amerika’da, eyvah kaçmasın burası derken Emlakçıdan sevinçle öğreniyoruz ki onun adına eve bakan bir akraba var. Kim? Paşanın hanımı! Hangi paşa? Özden Örnek’in, Sevil hanım… Onunla tanışıyoruz, evi tuttuyoruz… Gel zaman git zaman, nasıl oldu bilemeyeceğim şimdi, bir görüşme oluyor Yargı’yla ilgili, Gölcük Donanma Komutanlığında sergilenmesi için… “İşte bu zor!” diye araya giriyor dost. “Bunun da gerçekleşmesini sağlayan o dönemin Donanma Komutanı Tümamiral Özden Örnek…”  “Nasıl biriydi?” diye soruyor dost. “Bir gün bizi konutunda ağırladı eşiyle, beni eşimle birlikte. Uzunca söyleşimizde konular nelerdi ayrıntıları kalmadı kafamda; ne ki bendeki izlenimi yumuşak, incelikli, saygılı, barışçıl, insan sevgisini duyumsadığım alçakgönüllü nitelikli yapıları ve Sevil Örnek’in kimliğinde somutlaşan konukseverlikleriydi anımsayabildiklerim… Sanata daha bir yakın duruşlarının nedeni, önemli belgesel filmlere imza atan oğulları Tolga Örnek’in o sıralar yurt dışında sinema eğitimi görmesiydi belki de… Mayıs ayıydı, 1996 yılı. Sonra bir daha onları göremedim… Yazık. Dost insanlardı. Senin gibi…”