Fatih Balkan, 12 Eylül döneminin öncesinden sonrasına uzanan bir zaman periyodunda Derya isimli bir gencin başından geçenlere odaklanıyor. Baba-oğul, anne-oğul ve ikili ilişkiler izleklerinde, biçimsel denemelerle ilerliyor.

Baba imgesinin izinde bir darbe
Fatih Balkan. (Fotoğraf: Edisyon Kitap)

Beril ERBİL

Fatih Balkan’ın Anahtarım Cebimde adlı romanı Edisyon Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Roman kendine İzmir’i mekân alıyor. 12 Eylül öncesi ve sonrasındaki dönemde Derya isimli bir gencin kahramanı olduğu romanın en önemli özelliklerinden biri parçalı yapısı. Metaforlarla süslenen romanda anahtar ve kapı metaforları da ilgi çekiyor. Fatih Balkan’la yazma süreci ve romanı üzerine konuştuk.

İlk şiir kitabınız ve ilk romanınız birbirine oldukça yakın tarihlerde yayımlandı. Hem bu süreçten hem de yazma yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

30 yıldan beri İstanbul’da yaşıyorum ama İzmirliyim. Lise yıllarından beri şiir, roman, öykü hep yanı başımda oldu. İlk şiir denemelerimi o zamanlarda yazdım. 12 Eylül’den sonraki o zor yıllarda tıp fakültesindeyken kitaplar içimdeki öfkenin ve umudun bir yansıması oldu hep. Üniversitede fotoğrafa da başlamış, ama sonra ara vermiştim. 2005’te yeniden fotoğrafla ilgilenmeye başladım ve 2015-2016 yıllarında, ülkemizin o karanlık günlerinde ‘TERK’ adlı projem için fotoğraf çekerken aklımdan geçen birkaç dizeden sonra, bunları şiir haline getirip açacağım sergide kullanmayı planladım. Bu süreçte düzenli, sistemli yazma uğraşım başladı. İnsan ülkenin dört bir yanında patlayan bombalar, parçalanan hayatlar, faili meçhuller, faili belliler, seçim hileleri, gözaltılar, tutuklamalar, Suruç, 10 Ekim Ankara, Taybet Ana, Cemile, Emine, Cizre, Kaz Dağları, kuraklık, sel felaketleri arasında öfke ve isyan dolu olunca, belki de biraz nefes alabilmek için yazıyor. Bu süreçte Haydar Ergülen’in atölyesine dahil oldum. Orada ve daha sonra Altay Öktem’le çalışmalarımız devam etti. Aynı zamanda Semih Gümüş’ün yazma atölyesine devam ettim. Bu süreçte şiir de roman da birlikte, birbirini besleyerek yazılmaya başlandı.

Romanınızın fikri ve karakterleri nasıl oluştu?

Yazmak düşünmenin belki de en iyi yolu. Bir duygu, bir öfke, bir pişmanlık sonucunda ifade arzusu yakıcı ve karşı konulmaz hale gelince sorular sorup yazmaya başlıyor insan. Hayat acı bir şey. Acının yerini bilmek, onunla baş edebilmek için yazdığımızı düşünürken roman yazma fikri oluştu bende.

Karakter oluşumuna gelince, bir çocuğun anne babayla ilişkisinin onun sonraki yaşamında ne kadar etkili olduğuyla ilgi okumalar yaparken takıntılı ebeveynlerin çocuğu nasıl da etkilediğini fark ettim. Annenin profili yavaş yavaş oluştu kafamda. Baba oğul ilişkisinin değil, baba imgesinin çocukta ve gençte yarattığı izleri sürmeye karar verdim sonra da. Romanın başı ve sonunu biliyordum. Gerisini parça parça oluşturup birbirine eklemeye çalıştım.

Romanınız 80 döneminde geçiyor. Bu dönemin etkilerinin yanı sıra, baba-oğul, anne-oğul ilişkisiyle birlikte ikili ilişkilerin de kuvvetli izlekler olduğunu görüyoruz. Tüm bu ilişkiler de sorunlu ilişkiler. Bu izleklerin zihninizde bir araya gelişi nasıl ve neden oldu?

İkili ilişkilerin sorunlu olması 12 Eylül’den sonra toplumsal ilişkilerin bozulmasının yansıması olsa gerek. Hele o sıcak günlerde. Bir çoğumuz ilişkilerinde bu altüst oluşa katlanamadı, başka başka uçlara savruldu. Yıllar geçtikten sonra, dünya, ülkemiz bu haldeyken ve pek bir şey de yapamıyorken, hep hissettiğim o suçluluk duygusu yüzünden, kendimle hesaplaşmak için oluştu bu sorunlu ikili izlekler sanırım. Hepimiz ne istediğimizi bilmek, hayatımıza yön vermek, belirlediğimiz hedeflere ulaşmak istiyoruz, bunun yolunu da bildiğimizi sanıyoruz. Oysa bizi biz yapan öğelerin içimizde ne büyüklükte yer kapladığı, iradi müdahalelerimizin bizi ne kadar belirlediği, istediğimiz, yolunu çizdiğimiz gelecek öngörümüzün nasıl oluşacağı gerçeği hiç de böyle bir şey değil. Kendimizle, anne babamızla, dünyayla, aşklarımızla nasıl baş edeceğimizi her zaman bilmiyoruz. İkili çatışmaları buralarda sürdürmek daha anlaşılır oldu benim için, kendimi daha iyi tanıdım bu süreçte.

ANAHTARIM CEBİMDE, Fatih Balkan, Edisyon Kitap, 2022ANAHTARIM CEBİMDE, Fatih Balkan, Edisyon Kitap, 2022

Romanınıza mekân olarak İzmir’i seçmişsiniz, bunda İzmirli oluşunuzun da etkisi var. O mekânlarsa o tarihten bugüne epey değişime uğradı. Yazım sürecinde eskiye gitmek nasıldı? Bugünkü İzmir’e bakışınıza nasıl bir etkisi oldu?

İlk başta kısa, birkaç paragraflık, bir-iki sayfalık metinler yazdım. Eski İzmir’den, eski ülkeden, eski gazete haberlerinden beslenen küçük anlatılar, küçük hikâyeler. İzmir’le ilgili okumaya başladım. Kitapları, hikâyeleri, tanıklıkları, anıları, yaşanmışlıkları bendekilerle yavaş yavaş birleştirmeye çalıştım. Başta romanla ilgili tek bildiğim, Derya adında sevgi eksikliği çeken bir kahramanın olduğu ve kendi hayatıyla baş etmeye çalıştığıydı. O zaman romanın o benim de küçük bir çocuk olduğum eski zamanlardan başlaması gerektiğine, kendini belirleyen geçmişine, anne babasına, yaşadığı çevreye ilişkilerine, büyümesine odaklandım ve fark ettim ki, Derya’yla beraber İzmir de değişiyordu. O zaman şehri de kahramanlardan biri yapmaya karar verdim.

Romanınız Aslı Erdoğan’dan bir alıntıyla başlıyor. Hücrelerin anahtarları cebimizde mi? Neden onları çıkarmaktan korkuyoruz?

Romanın temel metaforlarından biri anahtar. Belki bir sürü var cebimizde, belki yanlış anahtarları çıkarıyoruz, belki yanlış kapıları açıyoruz, belki de kendimizi doğru anahtarla doğru kapıyı açacak kadar güçlü hissetmiyoruz…

Romanınızda biçimsel denemeler de var. İtalik yazımları, farklı bir numaralandırmayı görüyoruz. Bu sayede karakterlerin zihinlerine bir yolculuk yaptığımız da oluyor, zamanlar arasında nerede olduğumuzu sorguladığımız da bir gazetenin manşetine odaklandığımız da. Biraz bu konudan bahsedelim mi?

Roman zaman çizelgesi olarak ortalardan, 11. bölümden başlayıp geri gidiyor. Her bölüm içinde de geriye gidişler var. Romanın ilk yarısında, önceden olanları söyleyerek anlatmak, mekânları, kişileri tanımanın iyi bir yolu. Zaman zaman nerede, hangi tarihte olduğumuzu bilebilmek için çeşitli araçlar kullandım. Bunların bazıları romanın taşıyıcı iskeletini oluşturuyor. Gazete manşetleri de buna bir örnek. Bu sayede umuyorum ki okuyanlar hikâyenin içine daha kolay girebileceklerdir. Bölüm sonlarındaki italik yazılan bölümlerse baş kahramanımız Derya’nın rüyaları, gündüz düşleri, hezeyanları, sanrıları. Onun öbür, belki de gerçek yüzü.

Bundan sonra yazın çalışmalarınız nasıl devam edecek?

Hızı azalsa da şiir yazmaya devam ediyorum. Yeni romanın başı ve sonu belli. Ufak ufak yazmaya da başladım. Bununla ilgili okumalar yapmaktayım bu aralar.