Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Çocukluğumuzun kadınları, gün görmüş, bilge insanlardı. Okuması yazması olmayanların bile yaşama ilişkin çok sağlam düşünceleri, duruşları vardı. “Hükümet gibi kadın” sözü boşuna söylenmemiştir. Onlar Nâzım’ın deyişiyle “topraktan öğrenip kitapsız bilendi…

Hepimizin usunda, belleğinde yer etmiştir annelerimizin, ninelerimizin unutulmaz sözleri, deyişleri…

Bir süre önce Lefkoşa’daki Işık Kitabevi’ne uğradığımda, adı ilgimi çeken bir kitap satın almıştım: “Nenemin Deyişiynan”… Kültür, sanat ve politika dergisi Argasdi’nin editörlerinden Şifa Alçıcıoğlu’nun Kıbrıs kültürüne ilişkin yazılarından oluşan bir kitaptı. “Nene”si Şifa Sofu ile aynı adı taşıyordu yazar. Kitabın “Sözlük” bölümünde, Kuzey Kıbrıs’ta kullanılan “angoni: torun, babuç: terlik, bas: otobüs, cincirak: atlıkarınca, dombula: tombala, gaşa: kasa, havlu: bahçe, velesbit: bisiklet… gibi tanıdık sözcüklerle karşılaştım. Ama en çok yazarla ninesi arasında geçen şu diyalog gülümsetti beni:

-“Bak bugün yennardır. Hava yağışlı olacak demek ki.”

-“Yennar ne demek, nene?”

-“Yennar ocak ayıdır. Yağmurlu, bereketli olsun diye sidikli yennar da denir…”

* * *

İki yıl önce “Haziran Hareketi”nin bir etkinliği için Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile memleketim Trabzon’daydık. Hocamız, etkinlik sonrasında zulasından çıkardığı bir kitabı biraz da çekinerek verdi bana. İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan ve kendi imzasını taşıyan “Babaannemin Lügati”ydi bu. Böylece, Ekonomist Kozanoğlu’nun bir başka yönüyle tanışmış oldum. “Korkuyorum, şimdi kimbilir ne yanlışlar bulursun” demişti kitabı verirken. Değerli dostumuz, kitabın önsözünde de aynı alçakgönüllülükle, “Bütün hata ve eksiklerin sorumluluğu, dil uzmanı olmadan, duygusal reflekslerle boyundan büyük işlere kalkan bana aittir” diye yazmıştı. Oysa bu çalışmasıyla çok özgün bir yapıta imza atmıştı. (Keşke “Önsöz”de “arka fon” gibi bir ifade kullanmasaydı. “Fon”un bir anlamı da “arka” demektir zaten.)

* * *

“Babaannemin Lügati”, tümüyle Hayri Kozanoğlu’nun annesi Hüsniye Hanım’ın sözlerinden ve bu sözlerle kurulmuş tümcelerden oluşuyor. Öyleyse kitabın adı neden “Annemin Sözlüğü” değil de “Babaanemin Lügati”?... Sorunun yanıtını, kitabın arka kapak yazısında buluyoruz:

Babaanemin Lügati, Hüsnüye Kozanoğlu’nun geniş kelime dağarcığını torunları metaforu üzerinden genç kuşaklara aktarmayı amaçlıyor. Her madde, günlük yaşamda yaygın biçimde kullandığı ifadeleri doğaçlama olarak kendi ağzından yansıtıyor.”

Hemen hepsi Arapça olan ve çoğu günümüzde kullanılmayan sözcüklerin önce abecesel sıralamayla anlamları açıklanıyor kitapta, sonra yine Hüsniye Hanım’ın ağzından her birinin tümce içindeki kullanımı örnekleniyor. “Lügat”ten rasgele birkaç madde başlığı aktararak somutlayalım kitabın içeriğini:

“Şirpençe: Yayıldığında çok tehlikeli olan bir tür kan çıbanı. (“Senai Abim şirpençeye yakalanınca, bu illetin Koca Yavuz’u devirdiği malumatı bizi endişeye sevk etmişti.”)

“Taharet: Temizlik, temiz olma. (“Avrupa’da en fazla taharet meselesinde müşkülat yaşadım.”)

Tebahhur: Buharlaşma. (“Çarşıda dolaşırken neredeyse sıcaktan tebahhur edecektim.”)

“Üstüvane: Silindir. (“Mektepte üstüvanenin hacmini, sathını hesaplarken oldukça müşkülat çekerdik.”)

“Velud: Çok doğuran, çok eser veren. (“Görümcemin gelini Mine Kırıkkanat kendi yolunu çizerek, velud bir yazar haline geldi.”)

Zemheri: Kışın en şiddetli zamanı, karakış. (“Havaya itibar etmeyip, zemheri zürefası gibi dışarı fırladı.”)

* * *

“Babaannemin Lügati”, bir yönüyle “aile sözlüğü” gibi okunabilir. Ama daha önemlisi, kitabın arka planında bir dönemin Adana’sının ve “eğitimli bir Cumhuriyet kadını”nın düşünce dünyasının yer almasıdır.

Hayri Kozanoğlu’nun bu çalışması, bir “lügat”ten fazlasını sunuyor bize. Keşke böyle örnekler çoğalsa…