Dario Fo’nun, “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” oyununda geçer: “Başımız dimdik yürüyoruz çünkü boğazımıza kadar b.ka batmış haldeyiz.”

Mafyanın hükümranlığını bozmaya çalışan toplumlarda, mafya ağı açığa çıkarılmaya çalışılır. Bizde ise durum tam tersi!

“Mafia”, Sicilya lehçesinde “gizli örgüt” anlamına gelen bir sözcük. 1820-48 yılları arasında İtalyanlar, “mafya” adını koyduklarında dünyaya bu sözcüğü armağan edeceklerini henüz bilmiyorlardı. Önce “mafyöz” ilişkiler ağı belirli bir düzeni sürdürmeye kararlı büyük toprak sahiplerinin girişimleriyle ortaya çıktı. O dönemde, eski asker, polis ve yerel örgütlerde yuvalanmış haydutların, merkezi örgütlenme içinde bir araya gelmelerinin ardından, özellikle Sicilya’da toprakların yönetimi “ele geçirildi”, köylülerin üzerinde egemenlik kuruldu. Aslına bakarsanız, dünyanın hemen her yerinde buna benzer gizli topluluklar, egemen olmaya başlamıştı. Orta Çağ sona ererken oluşan haydut çeteleri, feodal düzeni taklit ediyor, tımarvari bir ilişki tarzı ile hareket ediyordu.

Ne olursa olsun, dünyada mafya yapılanması içinde bu tarz ilişkiler ağının en kanlısı, kısa zamanda “devlet içinde devlet” kuran Sicilya mafyasıydı. Sicilya mafyası, kendi içinde bir patriarkal hükümet yapısını en ince ayrıntılarına varıncaya kadar oluşturmuş, ülkenin dört bir yanında yürürlüğe sokmuştu. Dallanıp budaklanmış bir idarî yapılanma içinde, kendine ait bir yargı sistemi, hatta mahkemeler bile kurmuştu. Ana merkezi Palermo olan mafya, ilişkiler ağını geçtiğimiz yüzyıl başında Amerika’ya taşıdı. İtalyanlar, yeni dünyaya adımını atar atmaz, uçsuz bucaksız Amerikan topraklarındaki merkezi yönetim boşluğunu kullandı, otorite zayıflığından yararlandı, kendi yönetim modelini geliştirdi. 1929’daki büyük ekonomik krizle birlikte sisteme dahil oldu.

Brecht, “Üç Kuruşluk Opera”sında, polis, mafya ve sermaye sınıfı üçgeninin kural dışı birlikteliğini ironik bir biçimde gözler önüne sererken aynı zamanda kendisine yeni bir yol açan kapitalizme dair renkli eleştiriler getiriyor, yeni sistemin kısa zamanda farklı biçimlere doğru ilerleyeceğini öngörüyordu: “Bir banka soymak bir banka açmaktan daha büyük suç değildir!” gibi. Aslında bizim için, Polis Müdürü Brown, mafya babası Sustalı Mac ile elindeki insan malzemesini dilendirerek kullanıp para kasasına yeni binlikler ekleyen Dilenciler Kralı Peachum’un macerası fazlasıyla tanıdık. Susurluk kazasında da benzer bir görüntü açığa çıkmış, kamuoyu günlerce bu berbat ilişkiler ağının açığa çıkarılmasını talep etmişti. Sonuçta hiçbir zaman, İtalya’da olduğu gibi devletle ilişki bağını yargılayan bir “temiz eller” operasyonuna girişilmediğinden kamuoyu vicdanı yaralı kalmaya devam etti.

Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera”yı 1929 yılında yazdığını düşünürsek üzerinden neredeyse yüz yıla yakın bir zaman geçti. Dolayısıyla O’nun dillendirdiği illegal olarak nitelendirilebilecek bu üçgen yapı kimi zaman meşru zemine bile itilmeye çalışıldı. Dahası şimdilerde her şey bu kadar basit bir düzlemden ilerlemiyor. İşin içine pek çok sacayağı girdi. Medyadan eğitime, özerk olarak tanımlanan kurumlara ve hatta örgütlenme biçimlerine kadar… Oyunun sonunda Brecht, kraliçenin Mac’i affetmesini sağlamış, böylece iktidar ilişkisi ağına mafyayı entegre etmişti.

Öte yandan dünyanın her yerinde devlet, kendi üstün “kudret”ini bilir, çünkü o, her zaman hayatta kalandır. Ancak devlet aygıtının temel karakteri, eskiden olduğu gibi şimdi de, kendi üstünde bir güce, erke tahammül edemeyecek olmasıdır. Mafya da bunu bildiğinden devlet aygıtıyla özel bir ilişki kurmuştur. Yalnızca 2004 yılında, (ki temizeller operasyonundan sonraki bir zaman diliminden söz açıyorum.) Milano Ticaret Odası’nın düzenlediği bir konferansa katılan iş adamları, mafyanın hâlâ iş sektörlerinin yüzde yirmilik kısmını kontrol ettiğini vurguladı. Aslında örneklerin çok da hükmü yok. Çünkü kapitalizm varsa, mafya da vardır. Kapitalizm var oldukça mafya da olacaktır. Kâr ve sermaye birikimi, kapitalistler arasında rekabeti, rekabet ise gerektiğinde gayrımeşru silahları kullanmayı gerektirir. Bunu da çoğu zaman kapitalistler talep eder. Bazen de mafya kapitalistleri baştan çıkarır, kendine müşteri olarak kapitalistleri, bazen de işbirlikçi olarak siyasetçileri ve bürokratları bulur. Önemli olan bu ağı devlet kademesinden uzakta tutmaktır. Nitekim, İtalya ve başka ülkeler bunu büyük ölçüde başardı. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, “tehdit” ortadan kalktıktan sonra, bir zamanlar kullanılan devlet içindeki yapılar temizlendi ve hatta yargılandı.

Aslında bu olup bitenler, bizim gibi Sedat Peker’le değil Hakan Peker’in “Hey corç versene borç” şarkısıyla yetişmiş orta - alt sınıf çocuklarının anlayabileceği türden şeyler değil. Ne acı ki yaşanmış tecrübeler, bu tarz ilişkiler ağının çığrından rahatlıkla çıkabileceğini, çok kısa sürede seri cinayetlere erişebileceğini gösteriyor. Keşke her şey, filmlerdeki gibi aşk, intikam, nefret üçgeninde kalsaydı!