Sert mizaçlı babalara sahip kız çocukları Tanrı’yı hep bağışlayıcı bir figür olarak düşünürler. Çünkü Tanrı’ya babalık addederler

Babalar ve kızları

YEŞİM COŞKUN

“Sizin hiç babanız öldü mü?” diye soruyor Cemal Süreya; bizim içinse asıl soru “Sizin hiç babanız oldu mu?” ile başlıyor. İnsan sadece babası ölünce babasız kalmaz. Bazıları babalı babasız doğar. Ya da farklı bir deyişle hayatındaki “baba” figürü kitaplardaki tanımlardan, filmlerdeki anlatımlardan biraz farklı olur, özellikle de Türkiye’de, geleneksel ataerkil yapıda yaşayan bir ailenin kız çocuğuysanız fazlasıyla farklı olur.

Hani o Hollywood filmlerindeki “Babam piyano resitalime gelmedi, onümüzdeki on yıl terapi görmeliyim” dramatikliğinden daha sahici bir dramı vardır yani. Bu ülkedeki birçok kız çocuğu hayattaki ilk kavgasına babasıyla başlar ve özgürlük için ilk mücadelesini babasına karşı verir. Etek boyundan başlayarak eve gelme saatlerine kadar uzanan bu kavgada, kız çocuğu babasını yaslanacak dağ değil de altında kalmaması gereken çığ bilerek büyür. Kendini bulması, dünyayı keşfetmesi gereken çağda yasaklarla sınırlandırılan kız çocuğu ya bu sınırı aşmak için dizleri yara bere tellere yürür ya da içeride kendi kafesinin tellerini örür.

Daha farklı yaşamlar da vardır tabii. “Babam benim kahramanım,” diyen arkadaşları olur kız çocuklarının, neden bahsettiklerini anlayamazlar, çünkü onlar babalarının kurtarıcı yönlerini görmemişlerdir hiç. Hep beklemişlerdir ama hiç görmemişlerdir. Fakat yine de bir umuttur. Bir gün babaların da büyüyeceği beklenir. Bir gün o da “dağ” gibi olacaktır. Evin direği denir ya evin dileğidir o aslında. “Babam elalem ne derden çok beni düşünsün” dileğidir.

Sert mizaçlı babalara sahip kız çocukları Tanrı’yı hep bağışlayıcı bir figür olarak düşünürler. Çünkü Tanrı’ya babalık addederler. Bu yüzden hep beklerler. Ne olursa olsun arkalarında olacak bir babayı ve dileklerini dinleyen bir Tanrı’yı. Babalar kız çocuklarının eve dönüşünü beklerken kız çocukları babalarının büyümesini bekler. Öğretilmiş ataerkil gücün zincirlerini kırmalarını ve kendilerini de onları da özgür bırakmalarını. Bilmezler ki kendileri de yapay bir gücün esiri olmuşlardır, kendi çocuklarını tanımaktan mahrum bırakılmışlardır.

Ne kadar sert de olsalar babalar kızlarının mutlu olmalarını istemezler mi? Elbette isterler. Çok çok mutlu olsunlar kızları; ama onların doğru bildikleri yolda, onların istediği yönde yürürken mutlu olsunlar. Bir kız çocuğunun ömür boyu bekâr hayatını seçerek mutlu olması bir seçenek değildir mesela onlar için; ya da toplumca pek uygun bulunmayan meslekler tercih etmesi. Kız çocuğunun “erkek” gibi olmasıdır onlar ve iyice bellenmelidir ki kız çocukları ve erkek çocukları birbirinden farklıdır; biri her çiçekten bal almaya, diğeri sofrada kalanları toplamaya gelmiştir dünyaya. Biri “babasının oğlu” olacaktır, diğeri kim bilir kimin karısı, kimin anası. Ama kızlar yine de babalarının gülleridir, sadece onların izin verdiği ölçüde çehrelerine koku saçan gülleri.

Babalar Günü ya hani, ömür boyu göremedikleri takdirin, ilginin, onaylanmanın peşinde oradan oraya koşturup babalarına en uygun hediyeyi arayacaklar bugün kız çocukları. Söz kendini erkek üstünlüğünden sıyırmış babalardan dışarı, ataerkil toplumun neferlerinden bizzat içeri. Bugün birçok kız çocuğu aslında ömür boyu küs olduğu bir adamı kutlayacak ya da babasının dağ gibi yeşermesi ümidi ile toprağını biraz daha sulayacak. Hangisi olmayı seçersiniz bilmiyorum. Böyle gelmiş böyle gider düzeninde çocuğunuzu hiç tanımadan toplumun yasalarına kurban ettiğiniz ve edildiğiniz bir hayatı mı, yoksa nihayet kızlarınızın sonsuz sabır ve bekleyişi ile yıllarca güneşe tutulduğunuz toprağınızda nihayet canlanmayı mı? En nihayetinde babalarımızsınız. Umarız bir gün bizim özgürlüğümüzü dünyanın abuk yasalarından üstün sayarsınız.