Nedim Gürsel son kitabı ‘Baba Bak Deniz/Babalar ve Kızları’nda bir baba-kız anlatısından, kurmacaya dahi giren, bir otobiyografi sunuyor bizlere. Her başlığın altında ise “Babamız bizim neyimiz?” sorusunu ustalıkla sordurtuyor

Babamız bizim neyimiz?

BURAK ABATAY

Yazar Nedim Gürsel’in son kitabı ‘Baba Bak Deniz/ Babalar ve Kızları’, Doğan Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Gürsel, kızı Dilay Gürsel üzerinden bir tür otobiyografi sunuyor okuruna. Sistemi, çocukluk hayatlarını, ufak bir kız çocuğuna sahip 60’larını geçmiş bir baba olmak, o çocuğu bu dünyanın içerisinde büyütmek gibi farklı konu başlıklarında kendi yolculuğunu anlatıyor yazar.

Paris’te yaşayan Nedim Gürsel ile bu kitap sebebiyle İstanbul’da buluştuk. Babalık üzerinden iktidarı, güce sahip olmayı, dünya hayallerini konuştuğumuz bir sohbet çıktı ortaya.

Küçük bir çocuğun dünyası Türkiye’de nasıl şekillenebilir? Türkiye bunun için elverişli bir yer midir? Bu herhalde anne-baba olmak isteyen erişkinlerin en büyük düşüncesi. Çocuğu olmuş ebeveynlerin ise kâbusu. Nedim Gürsel ne düşünüyor bu konuda, kendisine sordum.

Dilay’ın dünyasını ve babasıyla olan ilişkisini yansıtmak istediğini, en azından temelde amacının bu olduğunu söylüyor Gürsel. Ama bunu anlatırken kendisinin de babasıyla olan ilişkisini anlattığını fark etmiş. O vakit baba imgesi önemli bir yer tutmalı onun da, bizlerin de hayatında. Şöyle anlatıyor: “Bu imgeden yola çıkarak otorite kavramını tartışmak durumundayız. Çünkü giderek otoriterleşen bir ülkede yaşıyoruz. Ve giderek otoriterleşen bir ülkede bir kız çocuğunun yeterince tatmin edici bir ortamda büyüyebileceğini düşünmüyorum açıkçası ve bu beni çok üzüyor.”

ÖZLEMİ DUYULAN ÜLKEYİ DEVRETMEK

İhtiyacımız var mı ki bir baba figürüne. Ben sormadan kendisi anlatıyor Gürsel: “Galiba şöyle ya da böyle bir baba figürüne ihtiyacı var bazı toplumların, özellikle ataerkil toplumların. Kitapta bunu da tartıştım, bizim de bir babamiz-bizim-neyimiz-705572-1.anlamda ataerkil bir toplum olduğumuz söylenebilir yoksa ‘babamız’ baştan beri bu kadar uzun süre bize eşlik etmezdi. Tabii baba-kız çocuğu ilişkisi karmaşık bir ilişki. Yani Oedipus kompleksi dediğimiz kavramdan daha farklı. Çünkü Freud’dan yola çıkarsak erkek çocuk babasının yerini almak ister, annesine duyduğu bilinçaltı arzu nedeniyle ve hatta sembolik anlamda babasını katletmek ister. Kız çocuk söz konusu olduğunda daha yumuşak bir ilişki, biraz hayranlık ama otorite meselesi de var. Belki ben iyi bir baba olamadım ama niye otoriter bir baba olmak istemediğimi de anlattım bu kitapta. Çünkü otoriteyle hesaplaşmalı sanatçı, yazar. Biat kültürü içinde ürün veriyorsa, bir yenilik getiremez ve giderek bu biat kültürünün, boyun eğme kültürünün egemen olduğu bir ülkeye dönüşmekte Türkiye, o bakımdan Dilay’a hak ettiği güzel, demokratik bir ülke bırakabilecek miyiz sorusunda onun cevabını da okur bu kitapta bulabilir.”

ÇOCUĞUN VE TOPLUMUN GELECEĞİ

Kitabın arka kapağında şöyle bir paragraf geçiyor: “Dilay’a daha güzel, daha özgür, insana ve doğaya saygılı bir ülke bırakacağımızdan kuşkuluyum. Yine de karamsarlığı atmaya çalışıyorum üzerimden, kızım bugünkünden farklı bir ülkede büyüyecek, gazetecilerin casusluk, akademisyenlerin hainlik, yazarların teröristlik suçlamalarıyla hapsedilmediği, demokratik değerin umutla yeşerip dere boylarında hışırdayan kavaklar gibi salındığı bir Türkiye’de.” Bu epey karamsar ama aynı zamanda umutlu bir duruş. Ve elbette ki devrimci. Tespitime katılıyor Gürsel. Değişmesi gereken şeylerin olduğunu ancak bu demokratikleşme sürecini başaramadığımızı ifade ediyor. Bilhassa da düşünce özgürlüğü noktasında. Zira kendisi de kitapları sebebiyle üç kez yargılanmış, kendi örneğinden yola çıkıyor: “Düşünce özgürlüğü demokrasinin temel değerlerinden biri. Her gün bunu yinelemenin de çok büyük faydası yok çünkü toplumun çoğunluğunu ilgilendirmiyor bu konu, öyle gibi geliyor bana. Ama bir baba olarak, bir kız babası olarak 7 yaşında okumayı yeni öğrenen bir kız çocuğu babası olarak beni ilgilendiriyor. Çocuğumun geleceği, sadece beni değil bütün ebeveyni ilgilendirmesi gereken konular.”

ÖLÜM ACISI BIRAKMAK

Konuşurken Nedim Gürsel ile laf lafı açıyor. Benzer bir senaryomuz var. Ben de onun kızı gibi geç bir vakitte anne-baba olmuş ebeveynlere sahibim. Hatta annem öldü. Bu Dilay ve benim gibi çocuklar için zor konular. Ancak Gürsel’e şunu soruyorum: “Ona yeteri kadar vakit ayıramam, ölürüm ve bir ölüm acısı bırakırım çocuğuma diye hiç düşündünüz mü?”

Şöyle yanıtlıyor: “Bir kere şunu söyleyeyim, ben de görece geç baba oldum ama bir yetişkin kızım var Leyla, o 24 yaşında, Dilay çok daha küçük. Bu kitapta o çok açık bir şekilde görülüyor, bir ölüm endişesi var. Yani yeterince vaktim olmayacak, Dilay’ın büyüdüğünü belki de göremeyeceğim endişesi bazen satır aralarında, bazen doğrudan doğruya bu kitapta yer alıyor.”

TEK 'BABA'LI DEMOKRASİ

Ve bir de “devlet baba” var değil mi? Türkiye’de siyasi liderler kendilerine “baba” rolünü biçmekten hiç korkmadılar. Erdoğan da öyle. Nedim Gürsel’in bu türden bir babayla ilişkisinin nasıl olduğunu merak ediyorum. Hemen yanıtlıyor:

“Çözümlediğimizde de anlaşılabilir bir şey, bir de babaya itaat diye bir şey var herhalde, ben itaati sevmeyen bir bireyim ama seveni de var. Olmasa zaten bu tür otoriter rejimler gelişme, yayılma imkânı bulamazlar. Demek ki var insanın özünde böyle bir şey. Bir dönem Güney Amerika’da askeri darbeler oldu. Miguel Angel Asturias Nobel Ödülü’nü almıştı. Annem Leyla Gürsel Kasırga kitabını çevirmişti. O kitap da Marquez’in ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’ da bu konuyu ele alır. Onlar sadece yönetici değil aynı zamanda toplumun babası konumundalar. Bizim cumhurbaşkanımız da biraz öyle mi olmak istiyor ve de bunu da siyasi bir strateji olarak mı göstermeye çalışıyor bilmiyorum. Ama bu sorunla bu çağda bizim karşılaşmamız gerekirdi. Çünkü eğer babaysa yönetici, babadan kurtulamazsınız sembolik anlamda Freud’un dediği gibi katletmeyi bilinçaltınızda arzulamıyorsanız. Yöneticilerden kurtulabilirsiniz şu ya da bu biçimde. Demokratik yollardan kurtulmak en iyisi tabii. Ama birisi sizin babanızsa ikinci bir babanız olma şansı yok, üvey baba diyebilirsiniz ona, olabilir. Ama baba tektir. E cumhurbaşkanı da babayım diyorsa o zaman tek olma durumu ortaya çıkıyor, demokrasi açısından bir sorun var demektir, ben öyle görüyorum.”

Nedim Gürsel, bir baba-kız anlatısından, kurmacaya dahi giren, bir otobiyografi sunuyor bizlere. Her başlığın altında ise “Babamız bizim neyimiz?” sorusunu ustalıkla sordurtuyor. Sahi, babamız bizim neyimiz?