Çoğunun başyapıt dediği Kaguya’nın Masalı bana çok fazla uzun geldi. Kafamda yeni sorulara yol açmadı ya da bildiklerimi çok özgün bir dille ve yapıyla yeniden sunmadı

Babasının prensesi

PRENSES KAGUYA MASALI

İnsan film eleştirmeni olunca, her tür filmin tadına varabilmeli mi? Hem rock, hem caz, hem halk müzikleri hem de klasik müzik üzerine yazan, hepsinden kâm alan müzik eleştirmeni var mı? Belki, biz sinema eleştirmenleri de ayrışmalıyız, kimimiz popüler sinema, kimimiz sanat sineması, kimimiz animasyon üzerine yazmalıyız.

Bunları şundan yazıyorum: Bazı istisnaları hariç, Stüdyo Ghibli’nin hemen hemen herkes tarafından çok beğenilen animasyon filmlerinden ben pek zevk alamıyorum. “Ruhların Kaçışı”nı seyrederken çok ama çok sıkıldığımı hatırlıyorum. “Prenses Mononoke”yi kaç kere denediysem de sonuna kadar izlemeyi başaramadım. “Rüzgâr Yükseliyor”u zaten pek beğenen olmadı. Ama “Küçük Deniz Kızı Ponyo”yu sevmiştim, istisnalar var yani. Bunların hepsi Hayaoe Miyazaki’nin filmleriydi ve Stüdyo Ghibli çatısı altında yapılmışlardı.

HER SAHNE TABLO DEĞİL
Stüdyo’nun diğer büyük ismi Isao Takahata’nın son filmi “Prenses Kaguya Masalı” bu hafta gösterime giriyor. Çoğu zaman olduğu gibi, bu Ghibli ürünü animasyon da bir başyapıt olarak selamlandı. Herhalde öyledir, herhalde ben anlamıyorum ya da tarzım değil. Ama 140 dakika boyunca bir masal izlemek bana cazip gelmiyor. Filmin suluboya estetiği gayet hoş. Gayet minimalist, gayet sade. Ama bu resimlerin her birine bir sanat eseri muamelesi çekmeyi anlamıyorum. Filmdeki her resim bir tablo değil. Japon suluboya tablolarına benzer bir şey ama kendisi değil.

VE OLAYLAR GELİŞİYOR!
Öykü, bizim bildiğimiz “Parmak Kız” masallarına benziyor ama farklı. Bir ormancı, bir bambunun içinde küçük bir kız buluyor. Onu evlat ediniyor. Ardından başka bambular içinde, altın ve değerli kumaşlar bulunca, Tanrı’nın kendisinden bu kızı bir prenses olarak yetiştirmesini istediğine hükmediyor. Genç kız büyüyor, serpiliyor ve köyden bir delikanlıdan hoşlanıyor. Ama babanın planları kızının bir prensle evlenmesi yönünde. Ve olaylar gelişiyor. Yani lafın gelişi, yoksa çok da gelişmiyor. Baba baskısı altında genç kızların hayatının nasıl da güdük kaldığına dair bir hikâye, biraz feminist denilebilir belki de. Geçen haftanın Çekmeceler’inin kahramanı Deniz’le Kaguya aynı dertten mustaripler aslında.

Bu filmi seyretmek bir yere kadar hoş. Ama şöyle bir 50 dakikasını filan kesseler ben daha mutlu olurdum.

Dediğim gibi, belki de benim bazı tür filmler üzerine yazmamam gerekiyor, belki tarzım olmadıkları için onlardaki değeri göremiyorum. Çoğunluk başyapıt dediğine göre, öyle olsa gerek. Bana çok fazla uzun geldi Kaguya’nın masalı. Kafamda yeni sorulara yol açmadı ya da bildiklerimi çok özgün bir dille ve yapıyla yeniden sunmadı.