Türkiye’de devrim, “o şarabi eşkıyalar” külliyatıysa eğer Ergin Konuksever ona tanık olan yegâne karakterlerden biri. Deniz’in parkalı fotoğrafını çeken de ondan bir dolmakalem ve tabanca siparişi alan da o! Hatta… Çok alçakgönüllü olduğundan mıdır bilinmez üzerinde hiç durmamış ama… Şimdi… Belki de sırası gelmişken söyleyiveriyor işte: “O parkayı Deniz’e ben vermiştim…"

Babıali'nin ağabeyi Ergin Konuksever: Ah o parka ve o güzel çocuklar

ERK ACARER - erkacarer@birgun.net

‘Fotoğraftaki o sır çözüldü’ gibi sıradan reyting numaralarını çekmeyeceğiz ama ilginç de bir durum var ortada… 6X6’lık Hasselblad makine, gençlerin peşinden koşan bir gazeteci ve o malum parka… Türkiye’de devrim, “o şarabi eşkıyalar” külliyatıysa eğer Ergin Konuksever ona tanık olan yegâne karakterlerden biri. Deniz’in parkalı fotoğrafını çeken de ondan bir dolmakalem ve tabanca siparişi alan da o! Hatta… Çok alçakgönüllü olduğundan mıdır bilinmez üzerinde hiç durmamış ama… Şimdi… Belki de sırası gelmişken söyleyiveriyor işte: “O parkayı Deniz’e ben vermiştim, şaşırılacak ne var bunda ağabey kardeş gibiydik biz!”

Şüphesiz,  gazeteciliğin duayeni… Sokakların, eylem belgeciliğinin kralı… Aynı zamanda sektörün ve Babıali’nin boksörü. Devirmediği müessese müdürü yok gibi! Ama onu daha da özel kılan Deniz’lerle olan ilişkisi… Konuksever; Türkiye’nin yakın tarihini yansıtan fotoğraflarının arasında, geçmiş günlerin o buruk tadında ağırlıyor bizi…

'DENİZ DE GELSİN'

Bir fotoğraf… İlk tanışmanın resmi... Deklanşöre basmadan önce biri bağırıyor. "Ergin Ağabey, dur Deniz de girsin kareye!" Ondan sonra daima Deniz de arkadaşları da var Ergin Konuksever’in çektiği fotoğraflarda… Taşkışla’daki ilk üniversite işgali, Conilerin Marmara’ya dökülmesi ve Kızıldere… Tümü Konuksever’in işi. Bir gazeteciyken “o çocukların” abisine dönüşümünün öyküsünü de o anlatıyor: “68 kuşağı başkaydı. Çocukların hepsiyle arkadaştık. Hayatta olanlarla dostluğumuz sürer. Onlar benden hiçbir şeylerini saklamazlardı.

ÇAKIL TAŞI ATAN TOP

Tüm anıları bir gazete sayfasına sığdırmak neredeyse imkânsız. Konuksever, bazılarını anlatıyor: “Borulardan çakıl taşı atmaya yarayan iptidai bir top yapmışlar bana da gösterdiler, fotoğraflarını çektik. Deniz Gezmiş’le, Edirnekapı Öğrenci Yurdu’nun önünden geçiyorduk bir gün. Hüzünlendi! ‘Ağabey’ dedi ‘Burası bizim üzüntü kaynağımızdır, sağcılara kaptırdık. Ama bil ki yakın zamanda yine bizim elimize geçecek!’ Güldüm, inşallah dedim.”

'TABANCA DA İSTERİM'

Konuksever’in 68 kuşağının gençleriyle olan ilişkilerinin ne boyutta olduğunu anlamak için anılar arasındaki yolculuğu sürdürmek gerekiyor. Anlatıyor: "Yine bir vakit, Deniz bana geldi. ‘Abi saklanmalıyız’ dedi. ‘İzmir’de Hürriyet bürosunda şef olan Soner Girgin var, yakın arkadaşım. Soner, ‘Ben sizin karışık işlerinizden Ergin kadar anlamam' diyerek evi boşaltmış, anahtarı da vermiş. 15 gün onun evinde kaldılar.”
Konuksever, “duygusal çocuklardı” diye anlatmaya devam ediyor: “Cezaevinde ziyarete gittim Deniz Gezmiş’i. ‘Oğlum bir şeye ihtiyacın var mı?’ diye sordum. ‘Ağabey, bir dolmakalemim ve bir tabancam olsaydı iyi olurdu’ dedi. Gülümsedim, ‘onlar kolay’ dedim. ‘Sen acil ihtiyaçlarını söyle…”

İLLE DE 6. FİLO

Konuksever’i yakından tanımak için pek çok köklü gazetenin arşivine bakmak gerekiyor. Açıkçası o olmasa, 68 kuşağına, bu kadar yakından “bakabilmek de” mümkün olmayacak, iş ailelerden alınmış vesikalıklarla sınırlı kalacak!

Deniz Gezmiş’in parkalı halini, Mustafa İlker Gürkan’ın elinde silahla üniversite kapısındaki karizmatik duruşunu, Sultanahmet’teki Alman Çeşmesi toplantısını ve sonrasını çeken o. Beyazıt’taki o toplantıdan sonra yaşananları da yine kendisi anlatıyor: “Sultanahmet’ten Dolmabahçe’ye kadar indik. Çocuklar, orada demirlemiş 6. Filo’ya tepki gösterdiler. Gidiyorduk aslında. Ama yukarıdan gelen 6 askeri gördüler. Sırtlarında çantalar, golf oynamış dönüyorlar. Zaten bilenmişlerdi, hücum ettiler. Golf sopaları yerlere savruldu. Kapıp ve Amerikalılara daldılar. Adamlar çareyi kendilerini denize atmakta buldu. İşte bütün hikâye bu! Orada benden başka gazeteci yoktu!”

'O GECE GEÇMEK BİLMEDİ'

6 Mayıs 1972… Deniz Gezmiş’in iki dava arkadaşı, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la idam ediliş tarihi… Konuksever anlatıyor: “Herkes Kızılay’da Anka Ajans’ın bürosunda toplanmıştı. Aileler de vardı. Derin düşünceler içindeydik. Sabah astılar çocukları. Deniz’in cenazesi geldi mezarlığa. İmam ‘Ben, asılan adamın cenazesin kılmam’ dedi. ‘Kılmazsan kılma ulan’ diye karşılık verdik. Babasının bir arkadaşı vardı. Cenaze namazını da o kıldırdı.”
İnsan hüzünleniyor. Döneme meraklı biri günlerce hiç sıkılmadan Konuksever’le konuşabilir. Yine de… 40 yıllık bir boşluk var hayatımızda, Deniz’den Ali İsmail’e, Hüseyin’den Ethem’e, Yusuf’tan Berkin’e, Battal’dan Medeni’ye ve diğerlerine… O boşluk büyümeyen çocukların yeri, ne kadar konuşsak da dolmayacak. Susuyoruz…

***

Parkanın hikâyesi

Devrimin olmazsa olmazları… Deniz Gezmiş’in parkalı fotoğrafı üzerinden akan Türkiye solu. Konukseverle konuşurken, konu o malum yeşil gocuğa da geliyor… Deniz’in parkası bugün sokağı yansıtan bir moda ikonu olarak bile görülüyor. Rivayetler de muhtelif… Kimisi Gezmiş’in onu, bir NATO askerinden çekip ele geçirdiğini, kimisi Amerikan pazarından satın aldığını söylüyor. Parkanın ODTÜ’de düzenlenen bir gece sonrasında Deniz tarafından sahiplenildiği de anlatılıyor. Konuksever, “detayla” ilgili olarak farklı bir durum beyan ediyor: “O zamanlar NATO’da görev yapan çok subay arkadaşım vardı. Parka getirilerdi bana. Bende hep birkaç tane olurdu, biri de Deniz’in payına düştü! Birkaç parkalı fotoğrafı çekildi. Ama galiba en güzelini çekmek de bana kısmet oldu. Aslında cezaevinde ziyaret ettiğim Mahir Çayan’a verdiğim mavi renkli kazağın öyküsü daha trajiktir. Üşüdüğü için verdim. Kızıldere’de öldürüldüğünde üzerinde o kazak vardı, delik deşik olmuştu.”

Peki, aşksız devrim olur mu? “Olmaz” diye not düşüyor gülümseyerek Konuksever: “Hepsinin kızları vardı. Deniz’in yanında Olcay (Poyraz) diye bir kız hatırlıyorum, tiyatrocuydu. Gerçi ‘o kız’ bunu inkâr etti. Genç adamlardı, aslan gibilerdi. Kız arkadaşları da olacaktı elbette.”

***

40 yıldır aynı yalanlar

“Kabataş bebekleri”, “Camiye ayakkabılarıyla girip bir de içki içtiler” fantezileri ve diğerleri… Konuksever “Babıali’nin, medyanın günahı çoktur… Her dönem iktidarlara hizmet eden alçaklarca büyük yalanlar söylenmiştir” diyerek eski masallardan bir derleme yapıyor:

Vedat Demircioğlu öldürüldüğünde, arkadaşları Beyazıt Kulesi’ne, üzerinde kumaştan rölyefi olan kırmızı bir bayrak astılar. Bu günlerce sağcı basına “Komünistler Beyazıt’a kızıl bayrak çektiler” diye malzeme oldu. Başka bir hadiseyi de net bir şekilde hatırlıyorum. Çocuklar, portakal sandıklarından tüfekler yapıp, okulun önünde tiyatro oynadılar. Yeni Tanin gazetesi çekilen fotoğrafın altına, “Anarşistler okula tüfekle geliyor” diye yazdı. Pek çok kişi de inandı.

***

Kimdir?

Konuksever’den ilginç kişisel hikâyeler de düşüyor basın tarihimize. Bazı vurdulu kırdılı hadiseleri şöyle özetliyor: “Hayat Mecmuası’nın sahibi Kemal Uzan’ı biraz hırpaladık. ‘Bugün yarın kadronu yapacağım’ diye beni oyaladı. Bir gün kapıya tekme vurup odasına daldım. Polis telsizi, ‘Hayat Mecmuası’nda kavga var’ diye anons geçince arkadaşlar anlamış, ‘Tamam, Ergin Kemal Uzan’ı benzetti’ demişler. Günaydın’dan iki kere kovuldum. Birinde, karanlık oda görevlisini tartaklamıştım. Tazminatımla bugün oturduğum evin taksitlerine girdim. Benim Babıali’de vukuatım saymakla bitmez anlayacağınız!”

***

Devrimcinin parka kullanma rehberi

Parka denilen şey bir derin mevzu, Babıali’nin duayeni Ergin Konuksever, bu derin ruh ve eylem biçimi hakkında da detaylar veriyor: “Devrimciler bol bırakır, sağcılar önünü büzdürerek giyerlerdi. Öyle bilmeden yanlış yerlerde dolaşırsan adamı marizlerlerdi.”