Namuslu’da ve Babil’de soyguncuya dönüşen kahramanlardan çok onların eşlerinin yaptıkları aslında daha bir ahlaksızcadır. Hatta buna Breaking Bad’de Walter White’in karısı Skyler White’ı da ekleyelim. Şener Şen’in memur maaşı nedeniyle evde gördüğü muamele ile İrfan’ınki pek bir aynıdır, iki adam da eşleri tarafından kıyasıya eleştirililer.

Babil Piyangosu

MURAT TIRPAN

Ay Yapım’ın Halit Ergenç, Ozan Güven, Nur Fettahoğlu ve Aslı Enver’li, özetle sağlam kadrolu yeni dizisi Babil önce dijital bir platform için tasarlanmıştı ancak daha sonra ulusal bir kanalda karşımıza çıktı. Dizi yayımlanır yayımlanmaz ilgi odağı oldu ve tartışılmaya başlandı. İlk bölüm üzerinden bazı fikirlerimizi beyan edelim.

Babil’in neden bu kadar ilgi çektiğini aslında tek bir sahne üzerinden anlatmak mümkün. Dizinin bir yerinde hayatta kalmak için her yol mubahtır düsturunu benimsemiş Egemen, çocuğunu ameliyat ettirmek için acilen paraya ihtiyacı olan dürüst akademisyen arkadaşı İrfan’a bir AVM’nin önündeki şık giyimli insanları, restoranları, lüks arabaları göstererek “Senin ihtiyacın olan para bu insanlar için hiçbir şey, bunların kendilerinin değil hizmetçilerinin bir aylık kirası o para!” der, sermayenin belirli bir kesimin elinde toplandığı minvalinde uzun bir nutuk atar. İrfan’ın öfkeli suratını görürüz önce, kamera adamın etrafında dönmeye başlar, ardından ağır ve yakın çekimlerle kadraja uzun uzun zenginliğin bin bir yüzü girer. Daha sonra devam eder Egemen, “Burada çay bile yirmi lira, gel oturup içelim!”

Bu, Türk dizileri için gayet cesur sahnenin hissiyatı kendini orta sınıfa bile atamamış çoğumuz için oldukça tanıdıktır. Üstelik Babil bunun gibi sahnelerle kalmaz, dizide başka ortak bir hissiyat daha vardır, kahramanımız İrfan’ın hikayesi KHK’lilerin yaşadıklarına fena halde benzerdir. İrfan ihaleye fesat karıştırdığı için üniversitedeki işinden atılan, banka hesaplarına bloke konulan ve hasta çocuğunu tedavi ettirmek için çabalayan, -ismiyle müsemma- bilgili, anlayışlı ve elbette namuslu bir ekonomi profesörüdür. Dizinin çok konuşulmasını sağlayan ikinci şey de burada ortaya çıkar, her ne kadar dizide açıkça söz edilmiyorsa da İrfan’ın yaşadıkları, ona isnat edilen suç, sonrasında olanlar normal şartlarda çok da mantıklı değildir, dediğimiz gibi yaşadığı süreç sanki son dönemde KHK’lilerin yaşadıklarını anlatır. Senaryoda İrfan ihaleye fesat karıştırma yüzünden üniversiteden atılır ama daha soruşturma aşamasında okuldan ayrılmak zorunda kalması, hakkındaki yurtdışı yasağı ve hesaplarına bloke konması hepimizin aklına bunu getirir. Kanser hastası oğlunu yurtdışında tedavi ettirebilmek için mücadele eden Zekiye Ataç, KHK ile ihraç edilen ve el konulan pasaportunu tedavi görebilmek için geri almaya çalışan kanser hastası Prof. Dr. Haluk Savaş, mesleğini kaybeden Doktor Onur Erden gibi birçok örneği hatırlamaktan kendimizi alamayız. Elbette şu konjonktürde bunun adının açıkça konmasını beklemek iyimserlik olurdu (bildiğim kadarıyla Türk dizileri arasında KHK’li bir kahramana sahip tek iş Behzat Ç’nin son sezonudur) ama bu bile anlamlıdır. Dizinin ilk bölümünde İrfan bu kritik ve zorunlu ameliyat için tüm yolları deneyip para bulamayınca çileden çıkar, Egemen’e uyarak dolandırıcılık yapmaya, bir tefeciyi soymaya kalkar. Dizinin nereye gideceğinden emin olmak zor, ancak bu tür bir 'namussuzlaşmayı' ya da 'Jokerleşme'yi en azından şimdilik olumluladığı görülüyor. Nihayetinde İrfan’la özdeşleşen izleyici onun sistemi bir şekilde alt etmesini arzulayacaktır.

Bu noktada 1985 tarihli kült bir Ertem Eğilmez filmine atlayalım. 80’li yıllarda, darbe sonrasında giderek 'Özallaşan' Türkiye’yi en iyi anlatan filmlerden biri Ertem Eğilmez’in kara komedisi Namuslu’dur. Şener Şen’in sinemadaki ilk başrolünü oynadığı film, dürüst ve namuslu olduğu için ailesi ve çevresi tarafından sürekli hor görülen bir mutemetin nasıl zorla bir namussuza dönüştürüldüğünü anlatır. Bunu yaparken de serbest piyasanın gelişiyle bozulan toplumsal ahlakı başarıyla hicivleştirir. Namuslu’nun dürüst mutemeti Ali Rıza’nın üzerinden çok sular aktı ama yine de yeni dizimiz Babil ile manidar bir paralellik kurabiliriz. Seksenlerdeki Türkiye’den bambaşka bir ülkede yaşıyoruz, dertlerimiz farklı ancak namuslu bir adamın toplum tarafından namussuzlaştırılması zamansız (ve zeminsiz) bir tema. Şimdi de Babil ile karşımızda.

babil-piyangosu-679810-1.

Namuslu’nun ‘namussuz’a dönüşmesi bu örneklerde ahlakidir. Suç bizatihi kendi ‘özü itibariyle ahlaki’dir; İrfan’ın arzu ettiği tek şey, bizatihi değişmeden kalması gereken küresel ahlaki düzenin belirli bir şekilde yasadışı olarak yeniden düzenlenmesidir. Buna ek olarak söylemeliyiz ki zaten genel ahlakın kendisi özü itibariyle suçludur- evrensel ahlaki düzenin ister istemez tikel suçlarda 'kendisini olumsuzlaması' anlamıyla, ayrıca daha radikal olarak, ahlakın (dizide sık sık vurgulanan mülkiyet anlamında) kendini gösterişinin kendi içinde zaten bir suç olması anlamında. Yani klasik vecizedeki gibi, mülkiyet hırsızlıktır. Bu anlamda işlenen suç sadece 'özü itibariyle ahlaki' değildir. Hegelci mantık yürütürsek; ahlaki düzeni dışarıdan, tesadüfi bir tecavüz olarak rahatsız eden bir şey değil, halihazırdaki ahlaki düzen kavramının iç antagonizmaları ve 'çelişkiler'inin teşrih edilmesinin içkin bir uğrağıdır. İrfan’ın yolculuğu buna gayet müsaittir aslında, yapılması gereken mülkiyetin evrensel biçiminin tikel kriminal ihlali olarak hırsızlıktan -Joker’deki gibi- kriminal ihlal olarak bu biçimin kendisine geçmektir. Dolayısıyla bu durumu sadece mağdur bir adamın hakkını almaya çalışması olarak okumamak, daha çok düzenin ahlaksızlığının teşhir ve teşrih edilmesine odaklanmak gerekir.

İlginç bir paralellik daha kuralım. Namuslu’da ve Babil’de soyguncuya dönüşen kahramanlardan çok onların eşlerinin yaptıkları aslında daha bir ahlaksızcadır. Hatta buna Breaking Bad’de, Walter White’in karısı Skyler White’ı da ekleyelim. Şener Şen’in memur maaşı nedeniyle evde gördüğü muamele ile İrfan’ınki pek bir aynıdır, iki adam da eşleri tarafından kıyasıya eleştirilirler. İrfan’ın eşi Eda’dan da sanki Ayşen Gruda’nın meşhur repliğini duyarız “Ziyan ettin bizi ziyan!” Namussuzluğu erkeklerin yaptığı gibi pek sorgulamazlar bile, kolayca kabullenirler. Buradaki feminist eleştirileri dikkate almakla birlikte başka bir şeyi daha önemli bulduğum için devam ediyorum. Daha fenası tıpkı Skyler’ın kocasını patronuyla aldatması gibi, İrfan’ı da eşi en yakın arkadaşıyla aldatmış, aslında Egemen’den doğurduğu çocuğun ona ait olduğunu söylemiştir. Bu, açıkçası İrfan’ın tefeciyi dolandırmaya çalışmasından daha gayri ahlakidir.

Birinin karısı diğerinden çocuk doğurmuş iki çocukluk arkadaşı, aniden hastalanan çocuk, kötü ve zengin bir adam, üstüne üstlük akademisyenin eski sevgilisinin kötü adamın metresi olması… Başta haklı olarak dizinin bu entrikalarını tamamen genel izleyiciden pay almak için yerleştirilmiş dizi klişelerimiz olarak değerlendirebiliriz ancak burada en azından ciddiye alabileceğimiz bir şey var. Vurgulamak istediğim noktayı Richard Wagner çok önceleri, 1848’in sonları ila 1849’un başları arasında kaleme aldığı 'Nasıralı İsa' başlıklı oyunun taslağında, İsa’ya On Emir’in sırasıyla farklı ilavelerini atfederken şöyle dile getirmişti, alıntılayalım: “Emir şöyle der: Zina işlemeyeceksin! Lâkin ben size şöyle diyorum: Aşk olmadan evlenmeyeceksin. Aşksız bir evlilik kurulur kurulmaz dağılır ve her kim aşk olmadan kur yapmışsa, evliliği çoktan bozmuştur.” Özetle yasa 'zina işlemeyin' der ancak yasaya eşlik etmesi gereken aşktır. Dolayısıyla gerçek zina evliliğin dışında cinsel ilişkiye girmek değil, aşksız bir evlilikte cinsel ilişkiye girmektir: Basit zina yasayı sadece dışarıdan ihlal eder; aşksız evlilik ise onu içeriden mahveder. Dolayısıyla yasanın lafzını ruhunun karşısına koyar. Dizideki tefecinin aile kurumunu çok önemseyen geleneksel karısını aldattığını da buna eklediğimizde Brecht’in sözünü yeniden revize edebilecek noktaya geliriz: Zinaya tekabül eden aşksız bir evlilikle kıyaslandığında soygun yapmak nedir ki!?

Babil, hikâye yapısında böylesi keskin bir antagonizmaya sahip. Dizi tüm kişisel suçları (ki bunlara asıl suçlar diyebiliriz) İrfan’ın işlediği sözde suçun karşısına, Şener Şen’in filmindeki gibi (Namussuz namuslu!) namuslu namussuzlukları gerçek namussuzlukların karşısına yerleştiriyor. Jorge Luis Borges’in müthiş öyküsü 'Babil Piyangosu'nu hatırlayalım. Borges’in bu klasik öyküsünde organizasyonu düzenleyenler artık klasik piyangolar gözden düştüğü için, ‘şanslı numaralar’ın, arasına birkaç ‘şansız numara’ eklenmesini de önerir. Yani ‘şanslı’ değil, ‘şansız numarayı’ çektiğinizde, bir başka deyişle kaybettiğinizde de kazanacaksınız! Bu anlamda belki de şansız numarayı çekmiş olmak, KHK’li olmak ya da başka türlü haksızlıklara uğramak, iki anlamda, hem sistemin hem de tikel kişilerin gayri ahlakiliği karşısında şanslı bir şeydir.

Dizinin sıra dışı açılış sahnesinde İrfan izleyiciyle konuşarak “Öfkem öfkeni tanıyor!” demektedir, bu anlamda çoğu aynı duyguları paylaşan, şansız numarayı çekmiş izleyicinin iki saatlik uzun süreye aldırmadan diziyi soluksuz izlemiş olması şaşırtıcı değil. Finalde de öfkelerin ortaklığı üzerinden bir katharsis yaşayacağımız rahatlıkla tahmin edilebilir. Babil izleyicilerine bazı yorumcuların yazdığı şekilde İrfan gibi davranmalarını öğütleme amacında değil. Dizinin erdemi, iyimser bir yorumla, onların uğradığı haksızlıklarla ilgili kamusal alanda söz söyleyebilme cesaretindedir ki bunun bile şu anda ne kadar önemli olduğu ortada.

Biz Namuslu’ya dönerek bitirelim. Filmin Ertem Eğilmez tarafından çekilen gerçek finali ne yazık ki çekilmesine rağmen dönemin sansür kurulundan geçemez, var olan finali hatırlarsak orada kahramanımız geminin güvertesinden peşinden koşanlara bakarak gülümser. Kullanılmayan asıl final ise Şener Şen’in bindiği geminin direğine çıkarak İstanbul’un siluetinin -dolayısıyla tüm sistemin- üzerine işediği sahnedir. Bakalım İrfan finalde ne yapacak, Babil nereye doğru evirilecek? Reytinglerde total seyircide ancak yedinci olabilmesi, diziye soruşturma açıldığı iddiaları, Star TV genel müdürünün işten çıkarılması gibi gelişmeler üzerinden ne yazık ki tahmin edebileceğimiz gibi, yön değiştirip bilindik yerli dizi formüllerinin peşine mi düşecek yoksa en azından kendisini ayrıksı kılan yanlarıyla hatırlanmayı mı seçecek?

cukurda-defineci-avi-540867-1.