Bacanak aslanların ormanı

Zeki Alasya’nın 1977’de yönetip Metin Akpınar’la birlikte oynadığı Aslan Bacanak adlı filmi geçen hafta tekrar izleme şansım oldu. Eski izlemelerimden aklımda sadece “Kedidir kedi!” sözü kalmış, filmi bu sefer bir tür dehşet duygusuyla izledim.

Antagonist ve protagonist arasındaki gerilim ve çatışmalarda izleyici taraf tutmaya yönlenir. Bizim bu filmde mecburen en az biriyle ya da hikâyenin gelişimine bağlı olarak her ikisiyle de özdeşleştiğimiz karakterlerden ilki, minibüs şoförü Halim (Metin Akpınar): ‘Namus elden gidiyor!’ korkusuyla kız kardeşinin pencereden örtü silkelemesine bile izin vermeyecek kadar ‘mutaassıp’ bir kabadayı. Mahalle halkı ve esnafa uyguladığı baskıyla tam bir zorba. Kardeşi ve yanında çalışan muavini başta olmak üzere herkesi terörize eden bu kavgacı karakter kahvede tombalacılığı, iskambil ve okey gibi oyunları yasakladığı için meşrulaştırılıyor. Bir de her hareketiyle, mahallenin belli ki en görmüş geçirmiş karakteri olan Raif Amca’nın -babadan devlete kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan otorite temsilcisinin- gönülden onayını alıyor.

İkinci karakter mahalleye yeni taşınan bir başka minibüs şoförü, Selim (Zeki Alasya): Fiziksel özellikleri izin verse belki Halim’den daha fena kabadayı olacak yalancı, ağlak, tehlike anında ev sahibesi olan yaşlı kadını pencereye çıkarıp “Atarım valla!” diyerek mahalleliyi tehdit edebilecek kadar da onursuz bir adam -bu sahne gerçeküstü bir dehşet içeriyor: Evin önüne doluşan mahalle halkı tehdit üzerine hiçbir şey yapmadan sokağı terk ediyor, bu olay bir daha da gündeme gelmiyor. Mahalleden hiç kimse “Teyze, iyi misin? Selim sana zarar verdi mi?” demiyor, hiç kimse “Sen dayaktan kurtulmak için nasıl olur da yaşlı bir kadını böyle tehlikeye atarsın?!” diyerek tepki göstermiyor. Belli ki bu mahalleli için ‘olabilirlik’ sınırları içinde gerçekleşen bir eylem… Daha kötüsü, teyzeyi sonraki sahnelerin birinde aşk acısıyla yataklara düşen Selim’in baş ucunda oturmuş onu teselli etmeye çalışırken görürüz. Yani gördüğü şiddet bu kadın için bile meşrudur…

Raslantısal ve kasıtlı şiddet örnekleriyle dolu filmin finalinde Halim kız kardeşinin Selim’le evlenmesine izin verirken bile ‘sevgiyle dolu’ bir şiddet uygular: “Kızkardeşimi sana veriyorum ulan!” Çaat! “Ona iyi bak!” Çuut! “En az üç tane çocuk isterim!” Çaaat! Halim Selim’i döverken mahalleli de keyifle gülmektedir.

Kısaca mahallenin tüm hayatı iki adamın eylemleri etrafında döner, diğer insanların hiçbir önemi yoktur: Biri zorba ve kabadayı, diğeri ağlak ve yalancı…

Gençliğinde epik tiyatro ve Brecht estetiği üzerine çalışmış, Türkiye politik sinemasının küçük başyapıtlarından olan Dikenli Yol (1986) gibi bir filme imza atmış, belli ki toplumsal sorunlarla da ilgilenen Zeki Alasya bu korkunç filmi hikâyesine inanarak mı yoksa Türkiye mahallesinin hâlini göstermek için mi yapmıştır bilemiyorum ama, tâ 40 yıl önce yapılmış bir filmin ülkenin bugünkü yaşam kültürünü neredeyse bire bir anlatıyor olması hem şaşırtıcı hem de ürkütücü.

Ama asıl şaşırtıcı olan, mahallenin akıldışı bir zihniyetle tarih ve diyalektik yokmuş gibi davranarak hiç değişmemeyi başarması, hâlâ katil zorbalarla yalancı ağlakların oyun yeri olması...